7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Gazze'de yaşanan soykırım ve vahşet karşısında kılını kıbırdatmayan Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Umman ve Bahreyn gibi ülkelerin başındaki yöneticilerin statülerini göz önüne getirdiğimizde göreceğimiz tek bir tablo; zillete boyun eğmiş "müstemleke valisi" olduklarıdır. Haksızlık etmeyelim, elbette ki bu tabloya diğer Müslüman ülkelerin çoğu siyasetçilerini de ekleyebiliriz.
Kısacası 57 Müslüman ülke arasında sadece İran, Suriye ve Yemen gibi birkaç ülkenin Hamas ve bileşenlerine silah, teçhizat ve bir takım lojistik destekte bulunduklarını görüyoruz. Bildiğiniz üzere Yemen Siyonist katil sürüsüne savaş ilân ederek tavrını net bir şekilde ortaya koydu. Bab'ul Mendep Boğazı'nı Siyonist çeteye sevkiyat yapan gemilere kapattı. Bununla yetinmeyip Siyonist çete ve hempalarına ait gemileri vuruyor. Ayrıca işgal topraklarına füze fırlatıyor. İslâm dünyasının en yoksul, en gariban ülkesi böylesi bir onurlu duruş sergiliyor. Hadi Arap ülkelerinin müstemleke olduklarını biliyoruz. Onlar zaten ses çıkarmamak ve debreşmemek için talimat aldılar. Bu talimata harfiyen uyuyorlar. Hatırlayınız, Siyonist çete lideri katliama başladığında, "Arap ülkeleri liderlerine sesleniyorum, eğer çıkarlarınızın zedelenmesini istemiyorsanız, eğer koltuklarınızdan olmak istemiyorsanız sesinizi çıkarmayın" demişti. Bu küstah ve bir o kadar da aşağılayıcı tehdit karşısında istisnasız hepsi suspus oldular. Fas'tan Libya'ya kadar buna Kuzey Afrika Müslüman ülkeleri dahil. Bu ne kadar büyük bir zillet böyle? Zerre kadar haysiyet ve onurları olsa en azından sözlü bir tepkide bulunurlardı. Gerçi sözlü tepki blöften başka bir işe yaramaz. O da yapılmadı. Suudi Arabistan'da Filistin ile ilgili konuşmak yasak. Başmüftüleri Filistin ile ilgili konuşmanın "fitne" olduğunu beyan etti. Soykırımın başladığı günlerde İslâm İşbirliği Teşkilatı toplandı da ne oldu? Koskocaman bir hiç. Hani siz Filistin davasına sahip çıkmak için kurulmuş bir örgüttünüz. "Esfele safilin" (aşağıların aşağısı) bir suskunluk bu olsa gerek. Birleşmiş Milletler'e hemen hemen bütün Müslüman ülkeler üye, orada da bir varlık gösterilemiyor. "Dünya beşten büyüktür" deniyor ancak büyük şeytan ABD'nin vetosu daha büyük! Bu yönüyle Birleşmiş Milletler'in varlığı hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Söz konusu Müslüman ülkeler "müstemleke" olmaktan acilen kurtulup antiemperyalist ülkelerle yeni bir konsorsiyum oluşturarak yeni bir Birleşmiş Milletler tesis etmelidir. Şu anda mevcut Birleşmiş Milletler yapı itibariyle bu soykırıma ortak olmaktadır. Tıpkı ABD, İngiltere ve Fransa'nın ortaklığı gibi. Zira soykırıma aleni olarak destek olmakla sessiz kalmak aynı kapıya çıkmaktadır. Sessiz kalanlar bu cinayetlere ortaktırlar. Hangi dünyevî menfaat 12 bin bebek ve çocuğun katledilmesinden daha değerlidir? Hangi siyasî çıkar 30 bin yaşlı, kadın ve her yaştan insanın öldürülmesinden daha değerlidir. İnsanlık tarihi böyle bir suskunluğa, böyle bir zillete ve böyle bir canavarlığa tanık olmuş mudur acaba? Hiç kuşkusuz tarih bu "müstemleke valisi" gibi tutum sergileyip insanlık dışı katliamlar karşısında suspus olanları lânetle ve tiksinti ile anacaktır.
Onursuz, pespaye ve nesebi gayri sahih insanlara özgü bir suskunluk bu olsa gerek. Bir Güney Afrika ülkesi kadar olamadılar. Güney Afrika yöneticileri geçmişte yaşadıkları "Apartheid" zulümlerinin canlı şahitleri olarak Siyonist çete liderlerini mahkum etmek için "Lahey Adalet Divanı"na müracaat ettiler. Küresel güçlerle her türlü ticarî ve diplomatik ilişki içerisinde olan Müslüman ülke liderleri çıkarları zedelenmesin diye bu onurlu duruş kadar bir tavır sergileyemedi. Bundan daha büyük bir zillet olabilir mi?
Skeys-Picot anlaşmasından bu yana bu zillet yaşanıyor. Sözüm ona Fransız ve İngiliz işgalcilerine karşı bağımsızlık mücadelesi verildi ve zafer kazanıldı! Oysa sonradan türeyen bu ülkelerin bağımsızlıkları asla tanınmadı. Her bir yönetici adeta "müstemleke valisi" olarak "atama" ile bu nevzuhur ülkelerin başına getirildi. Onlar ismi konulmamış bir şekilde mahfuz (gizli) "müstemleke valisi"dirler.
İngiliz ajanı Lawrence sadece Suud aşireti ile işbirliği yapmadı. Cetvelle sınırları çizilmiş bütün o bölge ülkeleri müstemleke olarak kaldılar ve bu ülkelerin başına getiren yöneticiler birer kukla, birer piyon ve "müstemleke valisi" olarak atandılar. Makam ve koltuk uğruna hepsinin diyet borcu var. Hepsi sünepe tıynetinde olan aşağılık varlıklardan seçilmiş, kendi halkını veya kardeş halkları satmaya teşne şahsiyetsiz/onursuz varlıklardır. Zerre kadar insanlıktan nasiplerini almamış bir vaziyette tiksinti verici lüks ve şatavatlı yaşamlarını yitirmemek adına suspus olarak bu aşağılık zillete katlanıyorlar... Patronları değişse de onlar hep aynı kalıyorlar. İkinci Dünya Savaşı'ından sonra ABD'nin devreye girmesiyle birlikte, atamalar da ABD tarafından yapılmaya başlandı. Bu ülkelerin sanayi ve ekonomisi eskiden İngiltere ve Fransa'ya bağlıydı. Şimdi büyük şeytan ABD bunları dizayn edip sömürüyor. Sadece Arap ülkeleri değil, diğer Müslüman ülkelerin hemen hemen hepsinde ekonomi ve üretim araçları yabancı sermayenin elinde. Yabancı sermayeden kasıt, Siyonist çete, ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler. Özellikle Arap ülkeleri bu alanda bugüne kadar hiçbir şey yapmamışlar. Nasıl olsa küresel güçlerle üleştikleri petrol gelirleri fazlasıyla kendi müstekreh yaşamlarına yetiyor. Ayrıca bunlardaki banka, borsa ve bilumum malî sermaye ABD ve Siyonist çete tarafından yönetiliyor. Askerî yapıları da tamamen ABD'nin elinde. Bu yüzden Siyonist çetenin yapmış olduğu soykırıma ses çıkarmaları mümkün değildir. Biz, zillete gark olmuş bu rezil güruhu göz önünde bulundurmadan eleştiri oklarını sadece küresel güçlere yöneltebiliyoruz. Oysa gâvur gâvurluğunu yapıyor. İslâm ümmeti olarak asıl yapılması gereken ilâhî buyruklar muvacehesinde kolektif irade göstererek müstemleke valilerini gasp ettikleri makamlardan alaşağı etmektir. Bu onurlu davranışta bulunurken asla terör ve anarşiye bulaşılmamalı.
Bakınız 45 yıl önce İran coğrafyasında tıpkı Arap ülkelerindeki gibi emperyalistlerin kuklası olan bir yönetim vardı. Bu yönetimin başında Şah Muhammed Rıza isminde piyon biri vardı. İran halkı İmâm Humeynî'nin çağrısına "lebbeyk" diyerek kıyam etti. Sonunda tüfek ve silaha sarılmadan, terör ve anarşiye bulaşmadan milyonlarca halk kitlesi sivil inisiyatif haklarını kullanarak aylarca sürdürdükleri nümayiş ve protesto mitingleri sonucunda bi iznillah zafere ulaştılar. Aslında bu yıllarca verilen irşad ve tebliğ çalışmalarının bir sonucuydu. İrşad ve tebliğden kastımız, uzun yıllardan beri Şah rejiminin dejenerasyonuna maruz kalmış Müslüman halkın tekrar öz değerlerine yönelmesini sağlamak ve kuşanılacak tevhidî bilinçle halkın Şah rejiminin zalimane uygulamalarına karşı kin ve düşmanlığa tahrik edilmesi ameliyesiydi...
Diğer Müslüman ülkelerinde bu tür çalışmaya ihtiyaç var. Biz Arap ülkelerinin mazlum Gazze halkına sahip çıkmayışına kızıyoruz. Ancak bu işin öyle olmayacağını bilmeliyiz. Bakınız Türkiye bile Siyonist çete ile ticarî ilişkilerini kesemedi, diplomatik ilişkiler devam ediyor. Büyükelçilerini bile gönderemedik, bizimkini geri çekemedik. Böyle mi olmalıydı? Her şeyden önce Siyonist çetenin Filistin topraklarındaki varlığı illegal bir durumdur. Denizden nehire bütün Filistin toprakları Filistinlilere aittir. Bu yüzden Siyonist çete o topraklarda işgalci konumundadır. Zaman zaman hükümetin, "İki devletli çözüm" diyerek beyanatlarda bulunması ümmet nezdinde karşılığı olmayan bir söylemdir. Allah Teâlâ İsra Sûresi'nin ilk âyetinde "Barekna hâvlehu" sözü ile bütün Filistin topraklarını kutsuyor. Bu yüzden denizden nehire bütün Filistin toprakları Müslümanlar nezdinde "namus-u ekber" konumundadır. Şu hâlde işgal altındaki Filistin topraklarının kurtarılması için verilmesi gereken mücadele sadece Filistinlilere ait bir sorumluluk değildir. Bu sorumluluk bütün ümmeti bağlamaktadır. Elbetteki, bu bir organizasyon işidir. Bunun ön şartı Müslüman ülkelerin siyasî birliğini tesis edip güç birliğine gitmesidir. Müslüman ülkeler kendi askerî güçlerini, kendi NATO'larını kurmaları gerekir. Bu ön şart tahakkuk etmediği süre, yani siyasî ve askerî birlik tesis edilmediği müddetçe zulüm ve katliamlar devam edecektir. Müstemleke valisi gibi davranan Müslüman ülke liderleri içerisinde bulundukları zillet ve aşağılanmış hallerinden ivedilikle kurtulmaları gerekir. Onların koltuk ve makam sevdası uğruna kıllarını kıbırdatmıyor olması Müslüman halkları harekete geçirmelidir. Protosto mitingleri caddelerde değil, parlamento önlerinde yapılmalıdır. Gazze için harekete geçmeyen siyasîler sadece kendi onurlarını değil yönettikleri halklarının da onur ve haysiyetlerini beş paralık etmektedirler. "Kötü yöneticiler bir ülke yönetimini ellerine geçirdiklerinde o yöre halkının onur sahibi insanlarını hor ve aşağılık kılarlar. İşte onlar böyle yaparlar." (Neml: 34) Evet, âyette belirtildiği şekilde, "kötü yöneticiler" müstemleke valisi gibi bir tutum sergileyip Gazze için yapılması gerekeni yapmadıkları için yönettikleri halkları hüzne boğup onurlarını zedelemektedirler. Bu yüzden Müslüman ülke halklarının çoğu Gazzeli kardeşlerine yardım edememenin ezikliği ve kahrı içerisindeler. "Kötü yöneticiler" müstemleke valisi gibi davranıp müstevlilerin talimatlarından dışarı çıkmıyorlar. Müslüman halklar için kahredici bir durum bu.. 5 aydan beri insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde kesintisiz olarak Gazze halkına yönelik soykırım devam ediyor. "Sesinizi çıkarmayın" talimatından sonra Müslüman ülke liderlerinin hemen hemen hepsinin gıkı çıkmıyor. Bu son derece onur kırıcı pis ve iğrenç bir durum değil mi?
"Allah müminleri, pisi temizden ayırmadan bulunduğunuz hâl üzere bırakacak değildir." (Âl-i İmrân: 179) Evet, Gazze'de yaşanan bu soykırım aynı zamanda turnusol kâğıdı ve elek vazifesi görmektedir. Pis ile temiz olanlar, zelil ile onur sahibi olanlar ayrışacak. Bu yüzden Gazze ümmet için sınavdır. Rabbimiz biz İslâm ümmetini tümden sınıyor. Bakalım bu ümmet Gazze sınavını nasıl geçecek?
Bakınız Rabbimiz ne buyuruyor?: "Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rezil rüsvâ etsin, onlara karşı size yardım ve zafer ihsân buyursun, baskı ve zulüm altında inleyen mü'min toplulukların gönüllerini ferahlatsın!" (Tevbe: 14) Rabbimizin buyruğu gayet açık ve net. Peki 2 milyara varan nüfus potansiyelimize rağmen nerede bizim zalimlere karşı savaşacak ordumuz? Nerede bizim NATO'muz?
"Zulme sessiz kalan, zulmü yapan gibidir. " (Hadis) Bu sessizliğimiz İslâm NATO'suna sahip olmayışımızdandır. Merhum Erbakan Hocamız D-8 kapsamındaki projesinden söz ederken hep, "İslâm NATO'su" metaforunu kullanıyordu. Müstemleke valiliğinden kurtulmanın yolu İslâm Birliği'ni tesis etmekten geçer. Aksi takdirde o makam ve koltuklarda oturmak, o koltukların hakkını vermeyen siyasîlerin zilletini arttırmaktan ve lânetle anılmalarından ileri gitmeyecektir. Vesselâm.