Bazı olaylar vardır tek bir nedene bağlanmaz, girifttir ve birçok sebebi vardır. Hatta bir tek olayla birkaç amaç güdülebilir. Fakat Beyrut'taki patlamanın, daha doğrusu sabotajın bir tek nedeni var o da Hizbullah'ın Lübnan halkı nezdinde itibarsızlaştırılması ve silahsızlandırılması. Konuya bodoslama girdik ama izah edelim! Lübnan 70'li yıllarda iç savaş yaşamış ve çok acılar çekmiş bir ülke. Bu acıların son bulmasının eşiğinde yani 1982 yılında Siyonist çetenin saldırısına uğramış ve başkent Beyrut'a varasıya dek Güney Lübnan toprakları tamamen işgal edilmişti. Siyonist çete bu işgal girişiminde son derece vahşi yöntemlerle büyük katliamlara ve büyük yıkımlara imza atmıştı. Hele Sabra ve Şatilla kamplarında yapmış olduğu katliam tam bir vahşet örneği oluşturmaktadır.
İşgal çetesinin dönemin Genelkurmay Başkanı Ariel Şaron'un bizzat çocuk, kadın ve yaşlı demeden toplu katliam yapması Batılı gazetecileri bile dehşete düşürmüş, kendi gazetelerinde bu vahşet gündeme taşınmıştı. Ne yazık ki bu insanlık dışı cinayetler İslâm dünyasının ve Birleşmiş Milletler'in gözleri önünde işlenmişti. Fakat bu vahşet karşısında dünyanın gıkı çıkmamıştı. Öte yandan, bu katliamlar ve işgal karşısında Lübnan ulusal ordusu da hiçbir varlık gösteremez olmuştu. Lübnan üzerinde garantör devlet olmasına rağmen Suriye de eli kolu bağlı vaziyette bir şey yapamamıştı. Kısacası Lübnan halkı çaresiz ve naçar bir şekilde kendi derdine düşmüştü. İslâm dünyasından yardım alamayış ayrı bir kahır mevzusuydu. Bu ara çare arayışları içerisinde olan Emel Örgütü'ne mensup üst düzey yöneticilerinin pasif tavırları karşısında bu hareketten kopmalar olmuş ve Hizbullah adında yeni bir oluşum meydana gelmişti. Hizbullah işgalcilere karşı direniş ve silahlı mukavemetten yana idi. Evet, şairin dediği gibi, "Düşman kavî dost bi ferma" idi ancak yine de Allah Teâlâ'ya tevekkül ederek bir şeyler yapmak gerekiyordu. Hizbullah'ın Müslüman ülkelere yönelik yardım talebine sadece İran'dan müspet cevap gelmişti.
İran İslâm Cumhuriyeti mesulleri hiçbir çekinceye mahâl vermeden gönderdiği askerî ekipmanlarla Hizbullah'ı hem eğitiyor hem donatıyordu. Zaten İran'da vuku bulan İslâm Devrimi'nin hemen akabinde işgalci İsrail'in Filistin topraklarındaki varlığı gayri meşru ilân edilmiş ve Siyonistler'in hamisi ABD de düşman addedilmişti. İran'ın bu tavrı sözde kalmamalıydı ve mutlaka bir karşılığı olmalıydı. Çünkü gün gelir bazı aklı evveller, "İşte efendim İran'ın atarlandığına, esip gürlemesine bakmayın, bunların hepsi koca bir blöf, İran bugüne kadar Siyonist işgalcilere bir taş atmış mıdır?" diyebilirler. Üzülerek ifade etmiş olalım ki bu tür sözleri cahil avamdan değil, üniversitelerde öğretim görevlisi yani akademisyen seviyesinde olan kişilerden bizzat duymuşluğumuz var. Hizbullah'ın Velâyet-i Fakih'e bağlı olduğu ve bizzat Rehber Seyyid Hamaneî'n komutasında hareket ettiği bilinmektedir...
Yine bilindiği üzere Hizbullah ilk eylemini 1982 yılında ABD ve Fransa askerî birliklerine yönelik yapmıştı. Deniz piyadelerinin bulunduğu karargâha yönelik yapılan istişhadî eylem sonucu 320 dolayında ABD askeri öldürülmüştü. 20 saniye arayla, yani eş zamanlı olarak Fransa karargâhına yönelik saldırıda 80 dolayında Fransız askeri cehenneme gönderilmişti. Bu müthiş eylemlerden sonra ABD ve Fransa bütün askerlerini Lübnan'dan çekmek, Lübnan'ı apar topar terk etmek zorunda kalmıştı. O gün bugündür bu şer cephesi cüret edipte askerlerini Lübnan topraklarına sokamadılar. An itibariyle 22 Arap ülkesi içerisinde sadece Lübnan'da ABD askeri bulunmamaktadır. Bu elbette Hizbullah için onur ve gurur verici bir durumdur. Darısı diğer Müslüman ülkelerin başına...
Hizbullah ABD ve Fransa'nın askerî birliklerini Lübnan topraklarından kovduktan sonra kozunu paylaşcak bir tek düşmanla karşı karşıya kalmıştı. O da işgalci İsrail'den başkası değildi. Hizbullah İran tarafından sadece eğitilip donatılmıyordu. Hizbullah'ın safında İran'dan gelen komutan ve gönüllü "Kudüs Ordusu" askerleri de vardı. Şehid General Kasım Süleymanî ise Kudüs Ordusu'nun başındaki komutandı. Kudüs Ordusu bizzat İmâm Humeynî'nin talimatıyla kurulmuştu. Hizbullah ile Kudüs Ordusu tamamen organik ve senkronize bir bağ oluşturmuştu. 1982 senesinde, yani işgalin hemen akabinde başlayan direniş savaşı tam 18 yıl sürmüştü. Takvim yaprakları 20 Mayıs 2000 yılını gösterdiğinde savaş zaferle taçlanmış ve işgalci İsrail birlikleri büyük bir zillet içerisinde Güney Lübnan topraklarını terk etmek zorunda kalmıştı. Siyonist İsrail tarihinde ilk kez yenilgi tatmıştı.
Yenilgiye doymayan Siyonist çete 2006 Temmuz'unda tekrar Lübnan'ı işgale yeltenmiş ve fakat bu sefer de hezimet ve zillet içerisinde geri çekilmişti. Düşman elbette boş durmayacaktı. Askerî alanda bir varlık gösteremeyince Hizbullah aleyhinde entrika ve tezviratlara giriştiler. Maksat Müslüman halklara karşı Hizbullah'ın itibarını zedelemek ve Lübnan halkı nezdinde imajını sarsmak. Bununla da yetinmeyen düşman, Hizbullah'a teveccüh gösteren Lübnan halkını ambargolarla cezalandırma girişiminde bulundu. Bu durum karşısında ekonomik sıkıntılara maruz kalan halka, "Hizbullah'ın yüzünden bu sıkıntıları çekiyoruz" dedirtmek istemektedirler. Düşmanın bir tek isteği var, Hizbullah'ı silahsızlandırmak. Hiç kuşkusuz Beyrut'taki sabotaj bu amaca matuftur. Patlamanın hemen akabinde ABD ve Siyonist güdümlü Suudi Arabistan medyası patlamanın meydana geldiği depoda Hizbullah'ın silahlarının olduğunu iddia etti. "Çamuru duvara at, tutmazsa izi kalır" kabilinden Hizbullah'ı töhmet altında bırakmak istiyorlar. Gönül ve kalplerinde maraz olanlar elbette tesir altında kalacaklar. Ancak Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah'ın açıklamaları direniş dostlarının yüreğine su serpmiş oldu. Nasrullah, 7 Ağustos’ta yaptığı konuşmada Hizbullah’ın Beyrut limanında değil silah deposu tek bir mermisinin bile bulunmadığını belirtti. Ayrıca patlamadan dolayı ülkedeki tüm kesimlerin zarar gördüğünü ve bu patlamayı bir felaket olarak tanımlayıp, Lübnan halkına dayanışma çağrısı yaptı...
Bu patlamanın saboj olduğu o kadar ayan beyan ortada ki bunu inkâr etmek mümkün değil. Saniye saniye gözlemliyerek görüntülere bakıyoruz, ufak patlamaların akabinde bir roket depoya giriyor ve büyük bir infilâk meydana geliyor. Bunun saldırı olduğunu ABD Başkanı Danold Trump bile inkâr etmiyerek şu ifadeleri kullandı: "Beyrut limanındaki patlama, bir saldırı ve bomba patlamasıdır." Yani amonyum nitrat dolu depoya roketle saldırı yapıldığını ima etmiyor, adeta tescilliyor.
Sicili bozuk ABD, hamiliğini yaptığı Siyonist işgal çetesinin bu işi yaptığını elbette söylemez veya kendisinin yaptığını itiraf etmez. İşgalci İsrail'den de bu iğrenç saldırıyı üstlenmesini beklemiyoruz. Sadece bu saldırı kimin işine geliyorsa onun yaptığı kanaatindeyiz. İşgalci Siyonist İsrail'in ve ona payandalık yapan ABD ve Batılı ülkelerin bir tek derdi var o da Hizbullah'ın silahsızlandırılarak pasifize edilmesi ve böylece Siyonist çetenin önündeki yegâne engelin ortadan kaldırıp bertaraf edilmesi. İşgal çetesinin bu konuda ısrarcı olmasını gayet iyi anlıyoruz. Zira Hizbullah hiçbir Arap ülkesinin yapamadığını bi iznillah yaptı ve Siyonistler'e yenilgi ve zilleti tattırdı. Bütün dünya Müslümanları bu konuda Hizbullah ile gurur duymasından öte, Hizbullah'a büyük bir minnet borcu vardır.
Zira Hizbullah Siyonist işgalcilere karşı savaşırken bunu sadece toprakları işgal altında olduğu için değil ümmetin haysiyet ve şerefini korumak için yapıyor. Çünkü İslâm beldelerinin her bir karış toprağı bütün dünya Müslümanlarını ilgilendiren teritoryal bir alandır. Bu nedenle İslâm uleması diyor ki, bir Müslümanın bir İslâm beldesine pasaport ile gitmesi haramdır. Bu durum seyahat özgürlüğünden öte İslâm coğrafyası topyekûn ümmetin müşterek mülkiyet alanı olması hasebiyledir. Şu bir gerçek ki, iki milyara varan bir nüfusa sahip İslâm ümmetinin 57 ulus devlete bölünmüş olması sosyal şirktir. Ümmet bu sosyal şirkten kurtulma ve evrensel birlikteliğini tesis etme adına siyasî çaba içerisinde olmalıdır. Bu aynı zamanda imânî bir vecibedir. Bu ifadelerimizden kastımız ümmetin başındaki siyasîlere bir nazire değil bir hatırlatmadır... "Hatırlatma ancak mü'min olana yarar sağlar." (Zârşyât:55)
Sadede gelecek olursak, Hizbullah işgalci İsrail'e karşı vermiş olduğu uzun soluklu savaşla nice ağır bedeller ödedi, Seyyid Hasan Nasrallah'ın oğlu Hadi, İmad Muğniye, İmad Muğniye'nin iki kardeşi ve oğlu Cihad Muğniye olmak üzere nice civanmert gençlerini şehid verdi. Lübnan'ın ulusal askerî birliklerinin ve beş Arap ordusunun yapamadığını bi iznillah Hizbullah yaptı. Şu bir gerçek ki, Lübnan'da Siyonist saldırıları püskürten yegâne güç Hizbullah'tır. Bu yüzden ısrarla Hizbullah'ın silah bırakmasını istiyorlar. Siyonist İsrail'in öteden beri "Arz-ı Mevud" hayâlini güttüğü bir hedefi var. Bunun önündeki en büyük engel Hizbullah'tır. Bu engel sadece Lübnan topraklarında değil aynı zamanda Suriye ve Irak'ta da kendisini göstermektedir...