Suud Prensi Muhammed Bin Selman'ın Türkiye Ziyareti

Hazım Koral 1.07.2022 13:44:45
Gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan İstanbul Konsolosluğu'nda suikastle öldürülmesinde sonra Türkiye ve Suud rejimi arasında soğukluk meydana gelmişti. Bizzat Prens Muhammed bin Selman'ın talimatıyla işlenen bu menfur cinayetten dolayı başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve hükümet yetkilileri bu eli kanlı katil hakkında sert beyanatlarda bulundu. Cinayetin Türkiye'de işlenmesi oldukça manidar. Çok açık bir şekilde anlaşıldığı üzere bu alçakça işlenmiş cinayet Türkiye'ye yıkılmak istendi. Adnan Kaşıkçı Suudi Arabistan kökenli fakat ABD vatandaşıydı.

Kaşıkçı doğal olarak ABD'deki Suud konsolosluğuna müracaatını yapıyor, fakat niyet  asitle eritip yok etmek olunca onu Türkiye'ye gönderiyorlar ve sonra olan oluyor. (Ne kadar vahşiyane infaz yöntemi değil mi? Adamı işkencelerden geçirerek öldürüyorlar, ardından motorlu testere ile parçalara ayırıyorlar, sonra da asitle eritilip yok ediyorlar.)

Bu zalimlerin maksatları muhalif bir gazeteciden kurtulmaktan öte cinayeti İstanbul Konsolosluğu'nda işleyip uluslararası camiada Türkiye'yi zor durumda bırakmaktı. Fakat başaramadılar. Cinayeti ağızlarına burunlarına bulaştırdılar ve foyaları meydana çıktı. Ankara bu işe tepkiliydi fakat siyaset öyle menem bir şey ki, aradan çok uzun zaman geçmemesine rağmen baktık ki, eli kanlı katil Muhammed bin Selman Türkiye'yi ziyarete geliyor. (Bu menfur cinayetle ilgili sosyal medyada dolaşımda olan şu darb-ı mesel gayr-i ihtiyari olarak aklımıza geldi: "Katil, bir gün mutlaka cinayet mahalline geri gelir.")

Açıkça ifade edecek olursak bu ziyaret kamuoyu vicdanını ziyadesiyle rahatsız etti.

Efendim neymiş, devletler arası husumet olmazmış, ilişkiler çıkara dayalı olurmuş. Peki devletlerin haysiyeti, onuru ve  kırmızı çizgisi olmaz mı? Devletler omurgasız mı olmalıymış? İslâm topyekûn (bütüncül) müesses nizam olmayınca, bir başka ifadeyle İslâm'ın adalet mekanizması, yani İslam'ın mütekabiliyet esasına dayalı uluslararası hukuk sistemi devlet düzenine hakim olmayınca iş böylesi utanç verici hâllere evrilebiliyor. Hiç kimse kusura bakmasın, en azından (sivil inisiyatif adına) nasıl ki Siyonist çete lideri Yitzhak Herzog Türkiye'ye geldiğinde başta "Kudüs Gönüllüleri Platformu" olmak üzere, birçok hassasiyet sahibi İslâmî grup ve sivil toplum kuruluşları olarak protesto eyleminde bulunduysak, aynı şekilde bu eli kanlı katili de nümayişle karşılayıp protesto etmeliydik. "Kol kırılır yen içinde kalır" yapmamalıydık. Bakınız, biz bu hain'ül Harameyn'e "eli kanlı katil" derken, iki yüzlü medya gibi sadece Kaşıkçı cinayetinden dolayı demiyoruz.

Bunların elleri yüz binlerce (çoluk-çocuk, yaşlı-genç, kadın-erkek) Yemenli mazlumun kanına bulanmış vaziyette, ama ne iki yüzlü medya, ne Batı dünyası, ne sözde İslâmî STK'lar 8 yıldan bu yana işlenen bu kitlesel cinayetleri görmüyor. Zulüm ve saldırılara direnen mazlum Yemen halkına yardım elini uzatan sadece İran İslâm Cumhuriyeti olmaktadır. Ne üzücüdür ki, Suud ve avanesinin saldırılarına mukavemet eden Ensarullah'a silah ve mühimmat veriyor diye İran'ı eleştiren sözde İslâmî kesimler var.

Oysa Suudi Arabistan ABD ve Siyonist çetenin buyruğu üzerine Bab'ül Mendeb boğazını kontrol altına almak için yedeğine aldığı 9 Arap ülkesi ile Yemen'de katliam yapıyor. Maksat, ABD ve Siyonist çetenin bölgeden çaldığı petrol ve diğer enerji kaynaklarının güvenli bir şekilde vantuzlanıp nakledilmesi... Bakınız, kuruluş aşamasından bu yana Suud sicili bozuk bir rejimdir.

Olaya tarihî arka plânından baktığımızda Suud rejiminin İngilizlerin yardımı ile kurulmuş piyon (uydu) bir devlet olduğunu görmüş olacağız. Suud, uzun yıllar bölgede İngiliz emperyalizmine hizmet etmiş bir rejimdir. ADB, İslâm dünyasına yönelik hegemonya ve tasallutunu İngilizlerden devraldıktan sonra Suud rejimi bu sefer ABD'nin en sadık piyonu oldu. ABD'nin bölgede jandarmalığını üstlenen Siyonist çete ise Suud'un perde arkasındaki en güçlü müttefiki. Aslında müttefiki değil piyonu ve maşası.

Bu öyle bir piyon, öyle bir maşa ki, mazlum Filistin halkının özgürlük savaşçıları olan grupları Siyonist çete buyurdu diye onları "terör örgütü" ilân etti. Suudi Arabistan'a umre veya hac için giden Hamas ve İslâmî Cihad gibi grupların mensupları tespit edildikleri an tutuklanıp zindana tıkılıyorlar. Şu an Suudi zindanlarında yüzlerce Hamas ve İslâmî Cihad üyesi bulunmaktadır. Hain'ül Harameyn olan bu Suud rejimi Filistin halkına, Filistin davasına en büyük ihaneti yapmaktadır.

Hatırlayın, 2006'da Siyonist çetenin hezimetiyle sonuçlanan "33 Gün Savaşı"nda işgalci İsrail'e milyarlarca dolarla finansman destek sağlamıştı. Şunu da belirtmiş olalım ki, bu eli kanlı rejim muhalif görüp katlettiği sadece Şeyh Numeyr ve Cemal Kaşıkçı değil. Bugüne kadar yüzlerce, hatta binlerce âlim Suud rejiminin gayri adil uygulamalarından dolayı ikazlarda bulunup "emr-i maruf, nehy-i münker" yaptılar diye boyunları kılıçla vurularak idâm edildi. Daha geçen yıl aralarında medrese öğrencisi çocukların da olduğu 38 mazlum insanı hunharca katlettiler. Birleşmiş Milletler insan hakları savunucuları nerede? Onlar her zaman olduğu gibi üç maymunu oynuyorlar.

İslâm âleminde bu durumlar için neden bir komisyon mekanizması yok? İslâm İşbirliği Teşkilatı zaten Suud'un vargelinde. Merhum Erbakan Hocamız'ın projesi olan D-8 hayata geçirilmiş olsaydı yine de Suud'u tedib etme bağlamında bir şeyler yapılırdı. Bakınız, acil olarak yapılması gereken, "Hain'ül Harameyn" olan bu çeteye kutsal topraklardan, "Haram Bölgesi"nden el çektirilip, Müslüman ülkeler tarafında oluşturulacak yeni bir statü ve yeni bir komisyona buranın idare ve yönetimi devredilmelidir. Vatikan Devleti'nin statüsünü biliyorsunuz. Vatikan, resmî adıyla "Vatikan Site Devleti", İtalya'nın Roma şehrinde bulunan, Hristiyanlık dininin Katolik mezhebinin yönetim merkezi olan bağımsız bir devlet. İslâm ümmeti olarak biz de Kabe ve Mescid-i Nebevî'nin bulunduğu kutsal topraklarımıza "Vatikan Site Devleti" örneğinde olduğu gibi bir statü oluşturmalıyız.

Suud aşireti bütün ümmete ait olan kutsal topraklarımızı İngiliz Lawrence ile işbirliği yaparak işgal etmiş bulunmaktadırlar. Bu yüzden gasıptırlar ve "Hain'ül Harameyn"dirler. Ultra lüks ve son derece israf içerisinde müstekreh (tiksinti verici) yaşamları olan bu kırk haramiler asla kutsal topraklarımızı yönetme liyakatine sahip değiller. Onlar, "Hadim'ül Harameyn" değil, "Hain'ül Harameyn"dirler. Kısacası  ümmetin namus-u ekberi olan Filistin toprakları nasıl ki Siyonistlerden kurtarılması gerekiyorsa aynı şekilde ümmetin namus-u ekberi olan kutsal harem toprakları da Suud aşiretinin tasallutundan kurtarılmalıdır.

Bakınız, yukarıda da temas ettiğimiz gibi öncelikli olarak unutmamamız gereken şu ki, Suud aşireti İngilizlerle işbirliği yapıp Osmanlı'yı arkadan hançerlemiş ve habis rejimlerini bu şekilde kurmuşlardı. Suud eşkiyaları sadece Osmanlı'yı arkadan hançerlemedi. Onlar İngilizlerle işbirliği yapıp, onlardan silah alıp, Osmanlı'ya karşı savaşırken aynı zamanda bütün Hicaz'a egemen olmak için o topraklarda yaşayan diğer aşiretlere karşı da insanlık dışı cinayetler işleyerek savaştılar. İhanetlerinden dolayı Osmanlı bugünkü Suud eşkiyalarının dedelerini payitahta getirtip astırmıştı.

Bu yüzden Suud aşireti Osmanlı'nın bakiyesi olan Türkiye'yi asla sevmez. İntikam hırsıyla sürekli Türkiye aleyhinde entrikalar çevirmektedirler. Sonuç olarak ifade edecek olursak bütün ümmet bünyesinde tüyü bitmemiş yetimlerin ve hatta hangi dinden olurlarsa olsunlar dünyadaki ihtiyaç sahibi olan her mazlumun hakkı olan Allah'ın petrolüne çöreklenip tiksinti içerisinde bir hayat yaşayan, ABD ve Siyonist çetenin emir kulu olan bu aşağılık eli kanlı katilleri kutsal topraklarımızdan el çektirmek gerekmektedir. Bu şecere-i habise, bu şecere-i melune yüzünden Yemen'de her dakika çocuklar açlıktan ölüyor. 57 ulus devlete bölünmüş İslâm âlemi ise (Direniş Cephesi hariç) sessizliğe bürünmüş üç maymunu oynuyor. Olması gereken bu değil. Ümmet olarak vebalimiz büyük...
 
 

Yazarın Diğer Yazıları