Seçim, "Cumhur İttifakı" % 49.52, "Millet İttifakı" % 44.38 oy potansiyeli ile resmî olarak sonuçlandı ve iş ikinci tura kaldı. Tartışmalar hararetli bir şekilde devam ediyor. 28 Şubat Darbesi'nin baş savunucularından olan CHP ile Saadet Partisi'nin ittifak yapması kendi taraftarlarının bir kısmının küsmesine neden oldu. Elbette bu yönüyle olay biraz çelişik, Saadet Partisi öteden beri dinî değerleri savunan bir parti. Öncesinde kapatılan partilerinin kapatılma gerekçeleri İslâm hukukundan söz etmiş olmalarından dolayı idi. Geçmişte başörtüsü mağdurlarına sahip çıkmasından dolayı saldırı ve sıkıntılara maruz kalmışlardı. CHP ise zaten baştan beri dinî değerlerin toplum üzerindeki etkisini kaldırmak için kurulmuş ve bu minval üzere mücadele vermiş bir partidir. Bunun somut göstergesi daha işin başında İslâmî yasaların yürürlükten kaldırılıp yerine İtalyan ceza yasasının, İsviçre aile hukukunun, Almanya eğitim sisteminin, İngiliz ticarî hukukunun ikâme edilmesidir. O dönemde ve sonrasında yüce dinimiz İslâm'a öylesine düşmanlıklar edildi ki, 1931 yılında maliye bakanlığı, sonrasında içişleri bakanlığı ve başbakanlık yapmış olan Şükrü Saracoğlu, yüce dinimiz İslâm'ı kast ederek, "Din zehirdir, bizim bu dinin zehrinden kurtulmamız için 30 yıla daha ihtiyacımız var" diyordu. Öte yandan, laik rejimin yeni kurulduğu yıllarda üç kez milletvekilliği yapmış olan Kemalettin Kamu İslâm'a olan kinini şu mısralarla dile getiriyordu: "Ne örümcek ne yosun, ne mucize ne afsun, Kâbe Arabın olsun, bize Çankaya yeter." Yine aynı düşmanlık çerçevesinde Halide Edip Adıvar, "Öyle bir din istemem Arap felsefesinden, bana bir din yarat Türk'ün nefesinden" diyordu. Bunların ardılı olan Kılıçdaroğlu'nun geçmişte yaptığı beyanatlara baktığımızda, başörtüsü yasağını savunduğu görülecektir. Üstelik bu şahıs söz konusu beyanatında Müslüman bayanın dinî yaşamındaki sembolü olan başörtüsü için tahfif ve tahkir amacıyla) "bez parçası" diyecek kadar hadsizlelmiş/ küstahlaşmış kişidir. "Biz değiştik" diyorlar. Ama İstanbul Milletvekili Canan Kaftancıoğlu, "değiştik" demiyor, aksine, "İktidara geldiğimizde Müslüman taklidi yapmayacağız" diyor. Bu beyanat onların değişmediğini, şimdilerde taktik icabı münafıkça tutum sergilediklerini fakat iktidara geldiklerinde 28 Şubat döneminde olduğu gibi kaldıkları yerden Müslümanlara zulmetmeye devam edeceklerini açık bir şekilde ibraz etmiş oluyorlar. Üzülerek ifade etmiş olalım ki, % 98'i Müslüman olduğu iddia edilen bir ülkede bu toplumun aidiyet değerlerine, yani yüce dinimiz İslâm'a aleni bir şekilde kin ve nefret dolu olan ve aleni bir şekilde düşmanlık besleyen bir partiye % 44'ün üzerinde oy verilmesi toplumumuzun ne duruma geldiğinin göstergesidir. Bu olayı bir başka zaviyeden değerlendirecek olursak, bir parti düşünün ki, "Misak-ı Milli Sınırları"nı hedef alarak, "Desteklemiş olduğumuz CHP iktidara geldiğinde bize söz vermiş olduğu özerkliği vermezse biz onlara bunun hesabını sorarız" diyebiliyor. Düşünebiliyor musunuz? Bölücü niyetini aleni bir şekilde dile getiren ve bu koşul üzerine kendilerine destek veren terör örgütü sözcülüğünü yapan bir partiye taahhütte bulunup ittifak kuran CHP ve hempaları % 44'ün üzerinde oy alıyor...
Müslümanlar olarak öncelikle şunu bilmeliyiz: "Biz teorik olarak da olsa % 98'i Müslüman olan bir toplumda yaşıyoruz. Bu toplum doğal olarak aidiyet değerlerine mütenasip bir anayasal düzen içerisinde yönetilmeli. Böylesi bir beklenti ve talep Müslüman halkımızın en doğal hakkıdır. Asli bir görevle biz Müslümanlar olarak bunun mücadelesini, bunun uğraş ve çabasını vermek ödevindeyiz. Bu bizim en doğal insanî hak ve sorumluluğumuzdur. Bu ilahî ödev muvacehesinde bir takım insanlarımız farklı bir mücadele yöntemi düşünerek partisel faaliyetle nihai hedefe ulaşılamayacağı ve günaha, hatta akideye ilişkin birçok tavizler verileceği kanaati ile devrimsel mücadeleyi tercih etmektedirler. Bunun ön koşulu ise toplumun bilinçlenmesi ve dini değerlere yönelmesi gerektiğini savunuyorlar. Referans aldıkları ayet şu: "Bir toplum kendi özlerinden olan güzel ahlâka yönelmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez " (Rad: 11)
Partisel faaliyeti tercih eden kesim ise, "Evet bu tür mücadele rejimin müsaadesi nispetinde/laiklik çerçevesinde sürdürüldüğü için ödün vermek, günaha girmek var; ancak bizim bu mücadelede niyet ve maksadımız bir takım açıklardan faydalanarak, meclis çoğunluğu ile bir takım yasalarda veya en azından yönetmeliklerde değişiklik yaparak kamusal alanla ilintili (başörtüsü yasağının kaldırılmasına ilişkin meslede olduğu gibi) Müslüman toplumumuzun taleplerine kısmen de olsa karşılık vermek." Partisel faaliyeti tercih eden bu kesim mazerelerini şöyle dile getirmeye devam etmektedir:
"Biz, değerlerimize savaş açmış, hukukumuzu lağv etmiş bu laik, zalim, despot, müstebit rejimin gerçek manada özgürlükleri ellerinden alınmış mahkumlarıyız. Parti başkanları da buna dahil. Partiler bir yönüyle rejimi ayakta tutan "ventil/sibop" özelliğine sahip unsurlardır. Yani partiler bir yönüyle hapishane gardiyanlarıdırlar. Bu partilerle/bu gardiyanlarla rejim bekâsını sürdürmektedir. O hâlde bizden olan birini gardiyan yapalım, o da bizim tünel kazmamıza yardımcı olur, en azından göz yumar. Biz de böylesi bir ortamda işimize bakıp tünel kazmaya/zulüm düzeninin altını oymaya devam edelim ve böylece birgün belki nihai hedefimize ulaşmış oluruz."
Kısacası "bizim cenah" dediğimiz toplumumuzda böylesi temayül ve düşünceye sahip iki kesim var. Sonuç olarak öyle veya böyle bu mevcut sömürü ve zulüm düzeni, bu seküler ve vahşi kapitalizm sistemi yıkılmalı ve yerine Allah Teâlâ'nın hukuku ile mütenasip bir anayasal düzen kurulmalı. Müslümanlar olarak bu ilâhî ödevin bilincinde olmak durumundayız. Merhum Erbakan Hocamız diyordu ki: "Hangi cemaatten, hangi tarikattan, hangi mezhepten olursan ol eğer İslâm'ın hakimiyeti için mücadele etmiyorsan beş para etmez din." Vesselâm...