Dışişleri bakanlığı açıklama yaptı: "İsrail ile karşılıklı olarak büyükelçiliklerimizi açacağız."
Halk dilinde bir tabir var: "Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan belli olur."
Demek oluyor ki, 29 Ocak 2009 Davos'taki "One Minute" çıkışı ile Perez nezdinde katil çetenin telin edilmesi ve 31 Mayıs 2010 yılındaki Mavi Marmara katliamı sonrasında kopan ipler yavaş yavaş tamir edildi ve gelinen nokta itibariyle en üst seviyeden ilişkilerin devreye girmesi için karşılıklı büyükelçiliklerin açılmasına karar verildi. Hatırlayalım, Erdoğan Davos Zirvesi'nde yaptığı "One minute" çıkışı ve Siyonist çete lideri Peres'e, "Siz öldürmesini çok iyi biliyorsunuz, siz plajdaki çocukları katlettiniz. Dünyada size alkış tutan ülkeler de var. Biz bunları çok iyi biliyoruz" diyerek yüreğimize su serpmişti. Siyonist çete en vahşi ve en barbar şekilde katliam ve işgale kurgulanmış bir terör organizasyonudur. İsrail denizden nehire bütün Filistin topraklarının işgalcisidir ve İsrail devlet değildir. Onu devlet olarak tanıyan ülkeler işgale çanak tutmaktadırlar. Siyonist çeteyi Birleşmiş Milletler devlet olarak tanısa da biz Müslümanlar imanımızın gereği olarak bu haydut ve katil sürüsünü asla devlet olarak tanıyamayız. Bildiğiniz üzere akidemize rağmen Türkiye işgalci İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülkedir. T.C ulus ve seküler bir devlet yapısına sahip olduğu için işgal çetesini devlet olarak tanımakta bir behis görmedi. Filistin topraklarında her Allah'ın günü işgal ve katliamlar devam etse de, "Bizim ulusal çıkarlarımız var, bizi Filistin'deki zulüm ilgilendirmez, biz menfaatimize bakarız" dediler ve bu katil sürüsünü ilk günden itibaren tanıdılar. Elbette sadece tanımakla kalmadılar, diplomatik ve ticarî ilişkiler de geliştirdiler. Hatta iş o raddeye vardı ki askerî alanda da işbirliğine gidip Konya Askerî Hava Üssü'nü bu canavara peşkeş çektiler. Onlar da her Allah'ın günü Konya'dan kaldırdıkları uçaklarını Van ilimizin topraklarına kadar sortiler yaptılar. Bir taraftan kanserojen içerikli/korozyonlu egsoz gazını tahıl ambarı olan Konya ovasına püskürtüp kanser patlamalarına sebebiyet verdiler, diğer taraftan manevra kabiliyetlerini geliştirip Gazzeli mazlum kardeşlerimizin üzerine bombalar yağdırıp ölüm kustular.
Evet, ilk defa ulusal çıkarlarımız adına bu ihaneti İsmet İnönü yapmıştı. Sonrasında katmerli olarak hep arkası geldi. Siyonist çete kurulduğu ilk günden itibaren sürekli olarak işgal ve katliamlara devam etmesine rağmen diplomatik ve ticarî ilişkilerimiz kesintisiz bir şekilde devam etti. Ta ki Erdoğan'ın Davos Zirvesi'ndeki "One Minute" çıkışına kadar.
Bakınız, Davos hadisesinden bir yıl dört ay sonra (31 Mayıs 2010 tarihinde) katil çete yapacağını yapıp katliamlarına bir yenisini eklemişti. Davos'taki azarlanmaktan ders çıkarmamışlar ve rezil/rüsva edilmelerinden zerrece taaccüp etmemişler ki katliamlarına bir yenisini eklemiş oldular.
Evet, Siyonist çete uluslararası kara sularında seyir halinde olan Mavi Marmara gemimize korsanlara özgü bir yöntemle baskın yapıp 10 vatandaşımızı şehit etmişti. Düşünebiliyor musunuz? Siyonist çetenin ablukası altında olan mazlum Gazze halkına gıda ürünü ve tıbbi malzeme götürmekte olan gemimize baskın yapılıyor ve acımasızca/en vahşi yöntemle 10 insanımız katlediliyor. Müslüman kamuoyumuz bu durumdan son derece rahatsız olmuş ve belirli şehirlerde tepkilerini/telinlerini dile getirmek için mitingler düzenlemişti. Siyasîlerimiz de tepkilerini dile getirmişti. Ancak o dönemde hükümetin üstü örtülü koalisyon ortağı olan cemaatin hain lideri ve FETÖ elebaşısı, "Otoriteden izin alınmalıydı" diyerek Mavi Marmara'yı organize edenleri suçlamıştı. Sonrasında üzücü bir başka beyan da bizzat Erdoğan'dan gelmişti. Erdoğan, "Gazze'ye giderken bana mı sordunuz ?" diyerek Müslüman kamuoyunu rencide etmişti. Anti parantez hemen şunu da belirtmiş olalım ki, Mavi Marmara organizatörü İHH Başkanı keşke Erdoğan ile görüşüp gemiye gönüllü birkaç milletvekili alsaydı. Belki Siyonist çete baskın yapmaya cesaret edemezdi. Belki tabi!)
O günden sonra köprünün altından çok sular akmış ve maatteessüf ki geçen zaman içerisinde buzlar erimeye başlamıştı. Artık eskisi gibi karşılıklı ziyaretleşmelerle diplomatik ilişkiler ve ticaret devreye sokulmuştu. Hatırlayalım, iki sene kadar önce hükümet sözcüsü Ömer Çelik basın toplantısında yaptığı beyanatla, "İsrail'in bize, bizim İsrail'e ihtiyacımız var" türünden talihsiz sözleri dile getirmişti. Bu üzüntü verici beyanattan kamuoyumuz oldukça rahatsız olmuştu. Bir müddet sonra aynı sözleri Erdoğan da dile getirmişti. Davos çıkışı ile tezat teşkil eden sözlerdi bunlar. İnsan gayri ihtiyari düşünüyor, acaba tahakkümü ve işgali altında olduğumuz ABD perde arkasından siyasîlerimize talimat ve ayar mı veriyor? Her ne kadar Erdoğan, "Biz Milli Görüş gömleğini çıkardık" demiş olsa da, halkımızın çoğu bunun maslahat icabı dile getirildiğine inanıyor. Ama şu da acı bir gerçek ki talimatlara ve yönlendirmelere teslimiyet göstermek akidemize tezat teşkil eden onur kırıcı tavizleri ve omurgasızlığı beraberinde getirmektedir. En son Siyonist çetenin cumhurbaşkanı Türkiye'yi ziyarete geldiğinde üst düzeyde devlet töreni ve atlı seramonilerle karşılanmıştı. Biz de "Kudüs Gönüllüleri Platformu" olarak Siyonist çetenin konsolosluğu önünde protesto eyleminde bulunup bildiri okumuştuk. (Orada bildiri okumak da bu satırların sahibine nasip olmuştu.) Bildiri okuduğumuz o protesto eyleminde sadece Siyonist çeteyi telin etmemiştik, aynı zamanda hükümetin Siyonist çete ile normalleşme sürecine girmesini de kınamıştık. (Bu eylemi Kudüs TV'de canlı yayın olarak vermiştik.)
Biz bir taraftan Arap ülkelerinin işgalci Siyonist katil sürüsü ile "Yüzyılın Anlaşması" ve "Abraham Sözleşmesi" adı altında tam bir zillet elbisesi giyerek normalleşme sürecine girmelerini kınayıp telin ederken bakıyoruz ki başımızdaki hükümet de aynı normalleşme sürecine girivermiş. Bu giriş bodoslama mı yoksa kerhen mi onu bilemeyiz. Fakat şu bir gerçek ki, Müslüman kamuoyu olarak bu tutum bizi ziyadesiyle rencide etti.
Açık bir şekilde ifade etmiş olalım ki, Merhum Erbakan hayatta olsaydı, bunları sert bir dille azarlardı.
Elbette olayın bir de şu boyutu var, ulus ve seküler bir devlet yapısı içerisinde siz iktidara gelmişsiniz ve anayasal bir kural olarak siz devletin resmi ideolojisine uygun icraatlarda bulunma dayatmasının muhatabısınız. Böyle bir devlet yapısı tabiri caiz ise sizin hareket alanınızı kısıtlıyor ve halkın aidiyet değerlerine uygun yapacağınız manevralara engel oluyor. Sırf bu yüzden dolayı Merhum Erbakan Hocamız'ın kurmuş olduğu dört parti kapatıldı. Yani kaba tabirle perde arkasındaki derin devlet veya omuzu demirliler, "iktidar oluyorsunuz ama muktedir olamazsınız" diyorlar. Bu durumu gözönünde bulunduran mütedeyyin halkımız hükümetin aidiyet değerlerimize mugayir olan icraatlarına tahammül gösterme ihtiyacı hissediyor. Fakat halkımızın ekseriyeti bu karşılıklı ziyaretleşmelerden ve büyükelçilik atama girişiminden son derece rahatsız oldu.
Şimdi açıkçası Müslüman kamuoyumuz "ya bu kadar da olmaz ki" diyor.
Ne yazık ki bu konuda Türkiye olarak Güney Amerika ülkeleri kadar olmadık. Başta Venezuela, Peru ve Colombia olmak üzere birçok Güney Amerika ülkesi Siyonist çete ile diplomatik ve ticarî ilişkilerini kesmiş vaziyette. Bu ülkeler Siyonist çeteye ve onun hamisi olan büyük şeytan ABD'ye karşı onurlu bir şekilde dik duruş sergiliyorlar. Ya biz Osmanlı'nın bakiyesi olarak ne hallardeyiz? Abdülhamit Filistin'den toprak isteyen Siyonist çete lideri Theodor Herzl'e, "Kanla alınmış topraklar kanla verilir" diyerek huzurundan kovmamış mıydı? En zor koşullarda son askerimize kadar biz Filistin topraklarını korumamış mıydık? Osmanlı'yı parçalamak adına yedi düvel Çanakkale'ye saldırdığında bile biz Filistin'i bir tabur askerimizle korumaya devam ediyorduk. Şimdi büyük şeytan ABD istiyor diye karşılıklı olarak büyükelçilikler açıyoruz. Biz Siyonist çete ile her türlü diplomatik ve ticarî ilişkilerimizi kesmemiz gerekirken ve Gazze'ye barış gücü göndermemiz icab ederken nereden nereye savrulduk? Hatırlayalım, Mavi Marmara baskının akabinde biz Gazze sahiline liman yapacaktık. Mazlum kardeşlerimizin ihtiyaçları o liman üzerinden kendilerine ulaştırılacaktı. Güvenlikleri için ise oraya barış gücü gönderecektik. Ne yazık ki o tumturaklı laflar havada kaldı.