- Yazarlar
- Hazım Koral
-
Din Adına Yanlış Yönlendirmeler
Din Adına Yanlış Yönlendirmeler
Nasıl ki, kötüyü tasvir körpe dimağları idlal ederse din adına yanlış yönlendirmeler de bilgisiz/cahil insanları yanlış din anlayışına kanalize eder. Din adına yazılan eserlere ve din adına ortalıkta ahkâm kesen sözde hocaefendilerin söylediklerine bir bakın, hafazan Allah (Allah muhafaza) bunlara inananlar yanlış din telakkisi ile kendilerini helâk ederler. İmâm Ali buyuruyor ki: "Dininizi kimden öğrendiğinize dikkat edin."
Her şeyden önce din adına öğrendiklerimiz Kûr'ân ve Sahih Sünnet'in özüne mugayir olmamalıdır. "Yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder" darb-ı meseli ne kadar da yerinde söylenmiş bir söz. Öyle ki, dinin özü ve tevhidî değerler yanılabilir/yanıltabilir insanlardan öğrenilmez. İnsan dünya ve ahiret saadeti için dinini mutahhar (33/33) olandan, yani Allah'ın seçkin ve pak kıldığı velî kullarından öğrenmelidir.
"Kendilerine doğru yol gösterilmediği süre doğruyu bulamayan mı uyulmaya layıktır, doğruyu bilen mi uyulmaya layıktır." (Yunus: 35) Biz dinimizi doğruyu bilenden öğrenmeliyiz.
Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki, "Ben ilmin şehriyim, kapısı da Ali'dir, bana o kapıdan gelin." Yani dini o kapıdan öğrenin. Muaviye'den, Yezid'ten ve Sakife ehlinden veya bunların ardıllarından din öğrenilmez. İmâm Câfer bir gün insanların fıkhî konularda bilgi edinmek için birilerine yöneldiğini görünce, "Bunlar bizim kapımızda neyi eksik gördüler ki başka kapılara gidiyorlar?" demişti. Ne acıdır ki, o kapılarına gidilen insanlar adına sonraları mezhepler bile ihdas ettiler. Bugün hâlâ o mezheplerin bazıları mutahhar/seçkin Ehl-i Beyt imâmlarına rağmen ümmete yön ve şekil vermeye devam etmektedir. Hacı Bektaşî Veli Hazretleri'ne atfedilen aruz vezninde yazılmış dörtlük rubai şöyle: "Pırlanta var iken pul neye yarar? Aslını bilmeyen kul neye yarar? Herkes bir yol tutturmuş gidiyor. Mevlâya varmayan yol neye yarar?" Anlayanlar için çok veciz bir dörtlük rubai! "Men kuntu mevlâhu Aliyyen mevlâ."
Ayrıca Ehl-i Beyt kanalından bize intikal etmiş bir dua var ki, dinimizi öğrenmemiz hususunda bakın bize nasıl bir adres veriyor: "Ya Rabbi bana kendini tanıt! Ben seni tanıyamazsam peygamberini tanıyamam! Ya Rabbi bana peygamberini tanıt! Ben peygamberini tanıyamazsam vasîsini tanıyamam! Ya Rabbi bana peygamberinin vasîsini tanıt! Ben peygamberin vasîsini tanıyamazsam dinimden saparım!"
Evet, bu dua bize dinimizi kimlerden öğreneceğimize ilişkin adres vermektedir.
Şu hâlde muzır neşriyata ve muzır kişilere dikkat etmeliyiz.
Bakıyorsunuz, din adına yazılmış eserde zalimlere itaat öneriliyor. Bakıyorsunuz din adına ahkâm kesen şahıslar sizi zalimlere itaat etmeye yönlendiriyor. Bazıları ise "zalimlere itaat edin" demeseler de sizi bir takım ritüel ve zikirlerle pasifize edebiliyorlar. Örneğin dinde devlet mekanizması mükellefiyeti var, dinde İslâm'ın müesses nizam hâline getirilme görevi var, ama onlar müntesiplerine bu vecibeden söz etmezler. Veya "emr-i maruf ve nehy-i münker" vazifesinden söz etseler de bunu bireysel davranışlara indirgemektedirler. Oysa bireysel olmakla birlikte "emr-i maruf ve nehy-i münker" görevi devlet mekanizmasının yasama, yürütme ve yargı organlarını da kapsamaktadır. Bakınız özellikle günümüzde DİB'te 150 bin dolayında sözüm ona din görevlisi var; bunlar neden toplumsal düzenin Allah Teâlâ'nın yasalarıyla mütenasip ve insicâm içerisinde (adalet temeline dayalı) tanzimine ilişkin devlet mekanizmasına olan ihtiyaçtan söz etmezler? Aynı şekilde o kadar çok tarikat, cemaat ve din tandanslı sivil toplum örgütü ve dernek var, bunlar İslâm'ın müesses nizam hâline gelmesi için ne kadar çaba sarf ediyorlar? Gündemlerinde böyle bir amaç ve gaye var mı? Oysa bunları anlatmamak her şeyden önce Kûr'ân'a ve Nebevî Sünnet'e mugayirdir. "Hakkı bâtılla örtbas etmeğe kalkışmayın ve bile bile hakkı ketmetmeyin/gerçeği gizlemeyin." (Bakara: 42) Allah Teâlâ'nın hukuku ile şekillenmesi gereken devlet mekanizmasına olan ihtiyacı anlatmamak dine/İslâm'a yapılan en büyük ihanettir. Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Yeryüzünde adaleti tesis etmeniz için Kûr'ân'ı ve mizanı indirdik. (Hadid: 25) Adil bir yönetimin oluşturulması bütün ümmete tevdi edilmiş mükellefiyetir. Müslümanların yönetim şekli adalet temeline dayalı olmak zorundadır. Müslümanların yönetim şekli Allah Teâlâ'nın hukuku ile mütenasip ve insicâm içerisinde olmak durumundadır. Zalimlere ve liyakat sahibi olmayanlara itaat söz konusu olamaz. Rabbimiz buyuruyor ki:
"Ölçüsüzce davranan (hakka hukuka riayet etmeyen) kişiye itaat etme." (Şuara: 151)
"Zalime meyletme yoksa sana da ateş dokunur." (Hud: 113) "İşi ehil olana verin." (Nisa: 58)
Ama ne yazık ki, ehil olmadıkları hâlde hile ile (oldu-bitti ile), kılıç zoru ile Müslümanların yönetimlerini ellerine geçirenler içtihat kavramını şeytanî emellerine alet ettiler ve tarih boyunca bu şekilde ümmeti yönettiler. Oysa Mecelle'de geçtiği üzere "Mer'i olan nass'da içtihada mesağ yoktur." Yani işi nass ile belirlenmiş ehil olana vermeliydiler. Zira dinin hükmü buydu. Günümüzde bile zalim yöneticiler ve zalim rejimler bazı (sözde) din adamlarınca tartışmaya dahi açılmamaktadır. Bu zulüm devranının böyle devam etmesini istemektedirler.
Bu mantıkla yazılan nice eserler, nice alim diye bilinen şahıslar insanları edilgen olmaya sevk etmektedir. İnsanları güdülen/sömürülen ve onursuz bir duruma konsolide etmektedirler. Bugün İslâm ümmetinin ezici çoğunluğu bu durumda. Oysa ilâhî sorumluluk yerine getirilse, yani Allah Teâlâ'nın rızasına uygun bir devlet yapılanması tahakkuk ettirilse bu durum Müslümanlara güç, izzet ve onur bahşeder.
Rabbimiz buyuruyor ki: "İzzet ve şeref Allah'ın, Resulü'nün ve mü'minlerindir." (Münafikun: 8)
Bu izzet ve şerefe ulaşmak ancak tevhidî değerlerle uyum içerisinde olacak bir devlet mekanizmasının hayata geçirilmesiyle mümkün olur. Müslümanlar bu bilince erişmek ve sorumluluklarını yüklenmek zorundadır. "Şüphesiz: 'Rabbimiz Allah'tır" deyip de sonra dosdoğru sorumluluklarını yerine getirenlere korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.(Ahkâf: 13)
Dosdoğru, yani sırat-ı müstakim üzere sorumlulukları yerine getirme çabasında olmak. Bütün mesele bu. Rabbimiz buyuruyor ki: "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol." (Hud: 112) Dosdoğru olabilmek dini çok iyi bilmekle olur. Takva bilinç ve hikmetten sonra devreye girer. Bilinçsiz ve hikmetten uzak takva sahibini ham softa ve yobaz yapar. Zira eksik ve yanlış bilgi hiç bilmemekten çok daha tehlikelidir. Bilmeyene anlatır öğretirsiniz, ama yanlış bilgi sahibine doğruyu anlatmak deveye hendek atlatmaya benzer. Albert Einstein diyor ki, "İnsanların ön yargılarını kırmak atomu parçalamaktan daha zordur." Din konusunda yanlışa konsolide olmuş kişi aslında dinin özünden, dinin kendisine yüklediği asli misyondan uzaklaşmış olur ama yapıp ettikleriyle kendisini dindar/dini bütün sanır. İşte bu ham softalıktır, yobazlıktır ve kör taassup ehli olmaktır. Kendi gibi düşünmeyeni ötekileştirir, dışlar, düşman bilir, aşağılar/tahkir eder, hatta tekfir eder. Elbette bu tür tutumlar yeni değildir. İlk eksen kaymasından bu yana bu mantık, bu sapkın anlayış günümüzde de devam etmektedir. Tarih boyunca Ehl-i Beyt imâmları ekarte edildi, ümmetle aralarına bariyerler indirildi ve din ısrıcı/zalim sultanların tayin ettiği saray âlimlerinden öğrenildi. Kapıkulu sözde âlimlerin ardılları da bu yanlış din anlayışını bir misyon olarak günümüze kadar taşıdılar. Ehl-i Beyt imâmlarına yapılan haksızlık ve zulümleri gündeme getirmek bazılarınca "fitne" olarak görülür oldu. Yine birileri tarafından Kerbelâ katliamının bile anlatılması istenmiyor. Oysa Kerbelâ tevhid ehli bütün Müslümanlar için bir okuldur. Kerbelâ tüm çağlara ve tüm zamanlara yönelik meşâledir. Bu meşâle tevhid ehli muvahhid Müslümanların yolunu kıyamete kadar aydınlatmaya devam edecektir. Ancak ne yazık ki, İslâm dünyasının bir kesimi bu meşâleye karşı gözlerini kapamış vaziyettedir. Bunun da sebebi baştan beri ifade etmeye çalıştığımız liyakat sahibi olmayan saltanat sahibi yöneticiler ve onların kapıkulu din tacirlerinin yönlendirmeleri olmaktadır. Bugün gelinen noktayı görüyorsunuz. İslâm ters yüz edilmiş vaziyette ama vürgalize olmuş yığınlar hâllerinden gayet memnun. Elbette olması gereken bu değil. Meseleye vukûfiyeti olan Müslümanlar azınlıkta olsalar da durumdan memnun değiller ve muzdaripler. Bu yüzden işleri zor ancak yine de hak ve hakikati bıkmadan, usanmadan, yılgınlık göstermeden anlatmak zorundayız. Yüce Rabbimiz yanlış din anlayışına, yanlış itikada sahip olanlar için buyuruyor ki: "Ey imân edenler, imân ediniz." (Nisâ: 136)