Komünizm ideolojisi iflas edip tarihin çöplüğüne atılınca Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nde bu ideoloji sorgulanmaya başlanmış ve etnik milliyetçiliğin ön plâna çıkmasıyla Yugoslavya dağılma sürecine girmişti.
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Makedonya ve Karadağ olmak üzere altı federasyondan ibaretti. Dönüşümlü başkanlık sistemleri vardı. Sıra Hırvatistan'a geldiğinde, bu teamüle aykırı bir tutum içerisine giren Sırpların lideri Slobodan Mileşoviç başkanlığın daimi olarak kendilerinde kalmasını isteyince ilk çatışma fitili Hırvatistan ve Sırbistan arasında ateşlenmiş oldu. Bunu fırsata dönüştüren Slovenya 25 Haziran 1991 tarihinde bağımsızlığını ilân edince diğer federasyonlar da peşpeşe bağımsızlıklarını ilân ettiler. Bosna-Hersek bağımsızlığını ilân ettiğinde Sırplar Osmanlı'ya ve Müslümanlara yönelik tarihî kinlerinden dolayı acımasızca saldırıya geçtiler. Hırvatistan da öteden beri Bosna topraklarında gözü olduğu için onlar da saldırıya geçtiler. Bir tarafta Sırp Çetnik eşkiyaları, diğer tarafta Hırvat Ustaşa eşkiyalarının giriştikleri katliamla Bosna-Hersek iki ateş arasında kalmıştı...
İnsanlık tarihi kadar eskidir savaş ve soykırımlar...
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batılı ülkeler bir araya gelip dünya barışını teminat altına almak amacıyla Birleşmiş Milletleri kurdular. Kurdular kurmasına fakat sürekli yanlı ve taraflı hareket ettiler. Batılı Hıristiyan toplumlara yönelik bir tehlike, bir güvenlik tehdidi söz konusu olduğunda hemen harekete geçtiler. Zulme uğrayan Müslüman bir toplum söz konusu olduğunda seyirci kaldılar. Hatta katliamlara zemin hazırladılar. Öyle ki kendilerine sığınan insanları canavarların eline teslim ettiler.
Srebrenitsa soykırımı da bunlardan biridir. Birleşmiş Milletler Hollanda askerî gücünün kontrol ve güvenliğinde olan Srebrenitsa halkı Sırp canavarı Ratko Mladiç’in komutasındaki Çetnik eşkıyalarına teslim edildi. Hatta bu teslim törenle, içkili parti ile yapıldı. Öyle ki, devir teslim esnasında NATO sözcüsü Albay Karemans ve Çetnik komutan Ratko Mladiç, havaya kaldırdığı kadehlerini “şerefe” diyerek tokuşturdular. Ardından Hollandalı NATO askerleri araçlarına binip bölgeyi terk ettiler. Katliamları rahat yapsınlar diye kasalar dolusu silah ve mermileri de o canavar sürüsüne verdiler.
Devir teslimden önce Hollandalı Albay Karemans nezaretinde Sırpların tarafını temsilen Ratko Mladiç, Müslümanları temsilen öğretmen Nesib Mandzic bulunmaktaydı. Bu görüşmede Mladiç söz alıp gayet ekabirce teminatta bulunuyor: “Bak Nesib! Burada yaşayan binlerce insanın hayatı ve geleceği senin elinde. Hemen silahlarınızı teslim edin. Silahlarını teslim eden herkese yaşamlarını garanti ederim.” Buna mukabil Nesib ezgin bir psikolojik ruh hâli ile şu sözleri sarf ediyor: “Size samimi olarak şunu söyleyebilirim ki, ben kazara temsilci oldum. Mesul olamam.” Mladiç ikna için yine söze giriyor: “Bak Nesib! Silahlarınızı teslim etmeli ve insanlarınızı yok olmaktan kurtarmalısınız.”
Sonuç olarak ne yazık ki, düşmana itimat edilip silahlar teslim ediliyor. Ardından megafonla halka sesleniyorlar: “Yaşamınız Birleşmiş Milletler’in garantisi altındadır.” Bu sözlerle birlikte çaresiz halk alkış ve ıslıklarla tezahürat yapıyor. Ancak ne yazık ki, Birleşmiş Milletler görevlileri ve NATO askerleri bölgeyi terk eder etmez Ratko Mladiç kameralar karşısına geçip, “Artık Müslümanlardan 600 yılın intikamını almanın zamanı geldi” diyerek komutasındaki Çetniklere katliam emrini veriyor.
Gözleri dönmüş canavarlar hemen harekete geçiyor. 30 saat içerisinde 33 bin çocuk ve kadını otobüslerle kendi bölgelerinde oluşturdukları esarethanelere götürüyorlar. Bu esarethanelerde kadınlar, genç kızlar sistematik olarak tecavüze uğradılar. 12 ile 77 yaş arası binlerce erkek kamyonlarla ayrı ayrı depolara nakledildi. Sonra acımasızca katliama giriştiler. Hızar makinalarında, testere şeridi ile insanları kestiler. Ormanlık alana götürülen gençleri ise elleri arkadan bağlı vaziyette tek tek kurşuna dizdiler. Cesetleri arkadaşlarına sürüyerek taşıtıp çukurlara attırdılar. Ardından onları da katlettiler. Ve bu genç insanları kurşuna dizerlerken sadistçe kahkahalar atıyorlardı. Bu katliamlardan sonra sıra evlere gelmişti. Ellerinde silahlarla adeta sürek avına çıkmışlardı. Evlerin içine girip çocuk, yaşlı ve kadın demeden savunmasız insanları orada da katlettiler.
(Dehşet ve korku içerisinde küçük kız çocuğu annesine soruyor: “Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?)
Yaşanan tam bir soykırımdı. 11 Temmuz 1995 tarihinde başlattıkları bu katliam 5 gün sürmüştü. Bu 5 günlük süre içerisinde tam 8372 insan acımasızca ve canavarca katledilmişti. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk defa böylesi bir toplu katliam gerçekleşti medeni Avrupa’nın göbeğinde. Böyle mi olmalıydı? Bu nasıl bir medeniyettir ki, ne Birleşmiş Milletler ne NATO bulunduğu taahhüdü yerine getirmedi, sözünde durmadı. Savunmasız mazlum insanları canavarlara teslim etti.
Peki, bu katliamlar olurken İslâm ülkeleri ve Müslüman halklar neredeydi? Elbette ki münferiden gönüllü olarak Bosna cihadına İran ve Türkiye'den katılan mücahid gençlerimiz vardı. Bu cengâver, bu bahadır gençlerimizle elbette ki gurur duyuyoruz. Ancak İslâm ümmetinin Savunma Gücü neredeydi? İslâm ümmetinin Birleşmiş Milletleri nerede idi? Müslümanlar olarak bunu sormak ve sorgulanmak zorundayız. İslâm ümmeti kurumsal ve siyasî anlamda güç birliğine gitmediği takdirde nice katliamlar, nice soykırımlar yaşanır. Ne yazık ki, ümmet olarak sınıfta kalmış vaziyetteyiz. Aslında insanlık sınıfta kaldı.
Bu ümmet Osmanlı’nın dağılmasından sonra toparlanıp siyasî birliğini tesis etseydi elbette ki böylesi soykırımlar yaşanmazdı. Srebrenitsa bizi affeder mi bilinmez. Elbette Allah nezdinde sorumluyuz. Şairin dediği gibi, “Sınıfta kaldı insanlık, seni kurtaramadık Srebrenitsa. Hiçbir şey yapamadık, affet bizi Srebrenitsa. Bazen canavardır uygarlık denen illet. Her Temmuz’un 11’nde yaralar dağlanır, ağlaşır kabir başlarında çocuklar, kadınlar. Hiçbir şey yapamadık, seni kurtaramadık, affet bizi Srebrenitsa. Tam 26 yıl oldu, katliamın hesabını soramadık, affet bizi Srebrenitsa.”
Merhum Aliya İzzetbegoviç mazlum halkına hitaben diyor ki: “Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”
Bir başka demecinde merhum Aliya şu anlamlı sözleri dile getiriyor: “Ben barış görüşmeleri için Avrupa’ya giderken, kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde…”
Evet, Avrupa’nın göbeğinde Sırp ve Hırvat canileri tarafından 312 bin savunmasız insan katledildi. Katledilenlerin 35 bini çocuktu. 50 bin dolayında kadın sistematik olarak tecavüze uğradı, namusları payimal edildi. 2 milyon insan evini-barkını terk etti. 18 bin kişi hâlâ kayıp. Bugüne kadar 300’ün üzerinde toplu mezar bulundu. Aslında 4 yıl içerisinde bütün Bosna soykırıma uğradı. Şu hâlde Srebrenitsa’yı unutmayalım, Bosna’yı unutmayalım.