Sözüm ona bizim ABD ile mütekabiliyet esasına dayalı, eşit koşullarda ikili ilişkilerimiz var. Kısaca soracak olursak, biz ABD ile müttefikiz öyle mi? Asla öyle değil. 1946 yılında İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanı ve Şükrü Saracoğlu'nun başbakan olduğu döneminde başlayan ikili diplomasi trafiği ve bu süreçten sonra devam eden aramızdaki münasebetlerimiz kimilerince "big brader" kapsamında görülse de işin aslı bunun da ötesinde "ağa-ırgat" ilişkisi şeklinde süregelmiştir.
O dönemdeki yöneticilerde ilâhî uyarılar konusunda "hassasiyet ve mümeyyizlik" olmayınca dinsiz (komünist) SSCB ile ilişkiler geliştirmektense ehli kitap sayılan (şeytan) ABD ile ikili ilişkilere giriştiler. Oysa ikisi de bize dost değildi...
SSCB dağıldıktan sonra ABD meydanı tamamen boş buldu. ABD'ye elini kaptıran kolunu kurtaramıyordu. ABD silah gücüne güvenerek kendisini dünya jandarması gördüğü için diplomatik ilişkilere girdiği ülkelere buyurgan ve tahakkümcü bir tarzda yaklaşmaktadır. ABD'nin bu yaklaşım tarzı işgalin bir başka yöntemi olmaktadır...
"ABD'nin işgali altındayız" diyen Sayın Doğu Perinçek bu konuda çok isabetli bir görüş serdetmektedir. Biz NATO'ya üye yapılmakla zaten işgal edilmiş olduk. Biz başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler tarafından da NATO vesilesiyle vesayet ve zapturapt altındayız. Bakınız NATO'ya girmeden önce "Marshall Yardım Plânı'nı kabul etmekle "yardıma muhtaç zavallı bir ülke" konumuna düşürüldük. Bu aslında son derece haysiyet ve onur kırıcı bir durumdu.
Marshall Yardım Plânı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konmuş ABD kaynaklı, savaş mağduru Avrupa ülkelerine yönelik ekonomik yardım paketidir. 16 ülke, bu plan uyarınca ABD'den ekonomik kalkınma yardımı almıştı. İkinci Dünya Savaşı'na katılmayan ve dolayısıyla savaş mağduru olmayan Türkiye'nin bu yardım pakedine dahil edilmesi sadece ve sadece ülkenin ABD'nin dümen suyuna takılmasından ibarettir.
Türkiye Osmanlı İmparatorluğu'nun bakiyesi olması hasebiyle ve jeostratejik bir konuma sahip olması nedeniyle kendi başına bırakılmaması gerekli görüldüğünden dolayı bizi bize bırakmadılar. Elbette ABD ile göbak bağı kuran siyasîler bu işin vebâlinden kurtulamayacaklar. Fakat suçu sadece geçmişteki siyasîlere yüklemek mazeretine ve kolaycılığına kaçmamak gerekir. Günümüz itibariyle hükümetteki ve muhalefetteki bütün partiler ivedilikle bir araya gelip "ABD tasallutundan nasıl kurutuluruz?" diye bunun müzakeresini yapmalılar. Bakınız biz cumhuriyetin henüz yeni kurulduğu yıllarda kendi savunma sanayimizi geliştirmeye ve kendi uçağımızı yapamaya girişmiştik, fakat ABD denilen bu haydut devlet devreye girerek bu teşebbüsümüze engel oldu. Ve İkinci Dünya Savaşı'ndan artakalan silah ve uçakları bize vermeye başladı. Verdiği bu teneke silahlarla adeta bizim elimizi ayağımızı bağladı, bizim savunma sanayiinde kendi kendimizi geliştirmemize engel oldu, yedek parça hususunda, tank ve uçakların bakım ve revizyonu konusunda kendisine ve ileri karakolu işgalci İsrail'e bizi mahkûm etti. Hatırlayınız, doksanlı yıllarda tank ve F-16'larımıza Siyonist çete tarafından bakım yapılıyordu. Ayrıca Konya Askerî Hava Üssü Siyonist haydutlara peşkeş çekilmişti. Onlar da bütün gün yaptıkları sortilerle hububat ambarı olan Konya ovasını uçaklardan püskürtülen korozyonlu (kanserojen içerikli) egzoz gazı ile zehirlediler. Öte yandan elde ettikleri manevra kabiliyeti ile gidip mazlum Gazze halkını bombaladılar. Bu anlaşmalar hem ülke halkımıza hem Müslüman Filistinli kardeşlerimize yapılan ihanetten başka bir şey değildi.
ABD ve ABD'nin piyonu içimizdeki bir takım omuzu demirli beyinsiz işbirlikçiler bize bunu yaptı...
ABD'nin bizimle hiçbir zaman müttefik olmadığına ilişkin altmışlı yıllardan kısaca örnek verelim: ONASİS Rum terör örgütü Kıbrıslı soydaşlarımıza yönelik katliamlara giriştiklerinde dönemin hükümeti ve kamuoyu olarak bu durumdan rahatsız olmuş ve 2 Haziran 1964 tarihinde adaya çıkarma yapmaya karar almıştık. Dönemin Amerika Birleşik Devletleri başkanı Lyndon B. Johnson tarafından dönemin başbakanı İsmet İnönü'ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen mektupla Türkiye'nin adaya müdahalesi önlenmişti.
Başkan Johnson tarafından imzalanan ve daha sonraları “Johnson Mektubu” olarak tarihe geçen ünlü mektup 5 Haziran 1964'te dönemin başbakanı İnönü'ye iletilmişti.
Mektup hem Türkiye kamuoyunda hem de dış politikamızda meydana getirdiği onur kırıcı negatif etki yüzünden büyük önem taşımaktadır. Mektup içerik olarak son derece sert, kaba ve tehdit içerikli bir üslupla yazılmış ve küçük düşürücü ifadelere yer verilmiş. Bir süre kamuoyundan gizlenen mektup hem yönetim kademelerinde hem de kamuoyumuzda büyük bir hayal kırıklığı ve büyük bir taaccüp yaratmıştı. Sahiden biz ABD ile müttefikmiyiz?
Korkak, miskin ve pısırık politikacılara değil dirayet sahibi siyasîlere ihtiyacımız var. Biz bu dirayeti Merhum Erbakan Hocamız'da görmüştük. Yıl 1974 ONASİS ABD'yi arkasına aldığı için adada din kardeşlerimize yönelik tekrar katliamlara girişiyor. Dönemin başbakanı Ecevit İngiltere'yi Kıbrıs üzerinde garantör devlet olarak gördüğü için bu sorunun hâllini diplomasi yolu ile onların çözmesini talep ediyor. Ecevit İngiltere'de adadaki sorunun hâlli için diplomatik girişimlerde bulunduğu esnada dönemin başbakan yardımcısı Erbakan Silahlı Kuvvetler'e brifing veriyor ve dönemin Genel Kurmay Başkanı Semih Sancar'a adaya çıkarma yapılması talimatını veriyor.
Semih Sancar geçmişte iki kez yaşanan "Johnson Mektupları" krizinden söz edip Erbakan'dan geri adım atmama kararlığını istiyor. Erbakan, "Talimatımı kabûl edin, geri adım atmak yok" diyor. İçimizdeki ispiyoncular durumu ABD'ye bildirince 6. Filo ile tehditler devreye giriyor. Erbakan bu sefer Hava Kuvvetleri Komutanlığı binasında komutan ve pilotlara brifing veriyor ve ihtiyaç hâlinde 6. Filo'ya kamikazi yapacak gönüllü 8 pilot istiyor. İstisnasız olarak pilotların hepsi, "Emrinize amadeyiz, canımız yavru vatana feda olsun" deyince ABD ve 6. Filo'ya rağmen adaya çıkarma yapılıyor.
ABD bu sefer Türkiye'ye ambargo uyguluyor. Erbakan'da büyük bir irade göstererek ve Ecevit'i de ikna ederek Bakanlar Kurulu'nun aldığı kararla 25 Temmuz 1975 tarihinde 21 tane ABD üssü kapatılıyor. İşte irade budur, işte dirayet budur. Erbakan bununla da yetinmeyip ABD'ye olan bağımlılığımızı tamamen sonlandırmak için yerli savunma sanayii alanında büyük hamlelerde bulunarak ASELSAN'ı, ROKETSAN'ı ve TÜBİTAK'ı kuruyor.
BAYKAR Grubu bünyesindeki gelişim sürecinde bugün gelinen nokta itibariyle silahlı kuvvetlerimizin envanterine kazandırılan İHA'sından SİHA'sına ve KORAL radar ve savunma sistemlerine kadar mühimmat ve silahın devreye girmesi hep bu iradenin ürünüdür. Bu hummalı çalışma ile iki yıla kadar kendi savaş uçağımızı üreteceğimizin müjdesi verilmektedir. Merhum Erbakan kırk küsur yıllık siyasî hayatı boyunca ABD'ye güvenmememiz gerektiğini vurgulayarak kendi yerli savunma sanayimizi geliştirmemizin elzem olduğunu söyleyip durdu ve bu minvâl üzere çalışmalarda bulundu. Erbakan'ın haklılığını bir kez daha F-35 krizinde gördük. Bakınız, ABD ile sözüm ona ortak F-35 projesi başlatmış olduk.
Ancak gelin görün ki, kalleş ABD ortak üretmiş olduğumuz F-35'leri bize vermiyor. Peki vermesin, o hâlde bu iş için teslim ettiğimiz 1 milyar 400 milyon dolarımızı iade etsin. Haydut ABD bunu da yapmıyor.
ABD bu tutumu ile bize büyük sömürgeci, büyük haydut İngiltere'yi hatırlatıyor. Birinci Dünya Savaşı öncesindeparasını peşin ödeyip sipariş verdiğimiz "Sultan Osman-ı Evvel" ve "Reşadiye" isimli iki gemimizi bize vermemişlerdi.
Sayın okuyucumuz sonuç olarak ifade edecek olursak ne ABD, ne İngiltere ve ne de diğer Batılı ülkeler bize hiçbir zaman dost ve müttefik olmadı. Olmayacaklar da.. Zira bu ilâhî bildirim ve uyarıya mugayirdir. Bakınız Yüce Rabbimiz ne buyuruyor? "Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Maide:51)
Ülke ve ümmet olarak bizim en büyük sıkıntımız Allah Teâlâ'nın bu buyruğuna mugayir hareket eden siyasîlerin neden olduğu zillet hâlimiz. Bizi ABD'ye mahkum ettiler. Bizi zelil ettiler.
Ümmet olarak şu hâlimize bakın? Böyle mi olmalıydık? İran'ın haricindeki bütün Müslüman ülkeler bir şekilde ABD'nin tasallutu altında değil mi? Ümmet olarak ne hâldeyiz? İki milyarı aşan nüfuzumuzla dünya sahnesinde bir varlık gösteremiyoruz. Çünkü bölük pörçüğüz, çünkü 57 ulus devlete bölünmüşüz. Bu vaziyette nasıl varlık göstereniliriz? Yüce Rabbimiz Kûr'ân-ı Hâkim'inde, "Toptan Allah'ın ipine sarılın, dağılıp ayrılmayın, birlik olun. Eğer birlik olmazsanız gücünüz gider, zelil olursunuz." (Al-i İmrân:103; Enfâl:46) demiyor mu?