Aydınlarımız ve Biz!

Cahit Kılıç 21.06.2023 17:36:05

Aydınlar ve fikir adamlığı hakkında çok yazı yazdım. Kendi çapımda fikirler ürettim; kimilerini yerdim, kimilerini övdüm!

“Fikir adamı” ile “aydın” arasına mesafe koymaya çalıştım…

Zira üst düzey bilgi birikimi olan bir entelektüel; bir düşünür olabilir. Birçok konuda yeni idealar ileri sürüp özgün fikirler üretebilir.
Entelektüel dünyada kendisine yer edinip arkasına bir müritler yığını alarak toplumun bir kesimini etkileyebilir. İşte bunun adı fikir adamlığıdır…

Ancak bu, aydın olabilmek için yeterli bir kriter değildir. Çünkü aydın olmanın birinci şartı “vicdan sahibi” olmaktır…

Aydın olmak, hakkın, hukukun, adaletin ve ezilenin yanında durup sosyal eşitliği savunmak; ezenin, sömürücünün, müstemlekecinin, adaleti yerlerde süründüren dikta rejimlerinin, savaş çığırtkanlarının, Beytülmalı talayanların karşısına dikilmektir…
***

Karşı tarafın bariz ve somut örnekleri ise; son aylarda hayatlarını kaybeden Engin Ardıç ve Mehmet Barlas’tır…

İkisi de üst düzey bilgi birikimi olan birer entelektüeldiler. Fakat onlar, gücün ve güçlünün yanında durmayı tercih ettiler ve yıllarca didinip edindikleri bilgi birikimlerini çöplüğe süpürdüler…

Açıkça yazıyorum: Bilgelikten lümpenliğe tenzil ettiler ve komşu köşelerdeki zırcahil yazarlar gibi sadece polemik ürettiler…

Başka bir pencereden bakılınca olayın özeti şudur:

Muhalefette iken fikir adamı gibi görünenlerin, iktidara yamanınca cilaları döküldü, aslında amigo oldukları ortaya çıktı…

***

Mesele odur ki…

Günümüz Türkiye’sinde aydın sıkıntısı var…

Son günlerde yeniden ve sil baştan okumaya çalıştığım Cemil Meriç ile Kemal Tahir’e takılı kaldım…

Çok saygı duyduğum iki aydın insan, iki mütefekkir…

İkisi de iyi derecede Fransızca biliyor; ikisi de Fransız aydınlarının etkisinde kalmış…

O Fransız aydınları ki; Batı Aydınlanmasının baş aktörleridir…

Jean-Jacques Rousseau’dan René Descartes’ta, Victor Hugo’dan
Honoré de Balzac’a, Voltaire’den André Gide’e, Emile Zola’dan Jean-Paul Sartre’a kadar dünyayı güneş gibi aydınlatan fikir adamı ve aydınlardan etkilenmemek mümkün değil zaten!

***

Ve bir daha mesele odur ki…

Batı, kendi aydınlarını baştacı etti… Onların fikirlerini, düşüncelerini hem kendi okullarında okuttular, aydın nesiller yetiştirdiler, hem de onların fikirlerini bütün dünyaya yaydılar…

Biz de aydınlarımızı ceza evlerinde süründürdük…

Kemal Tahir, 63 yıllık ömrünün 12,5 yılını hapiste geçirdi…

Eserlerini, küflü ve karanlık mahpus damalarında, mum ışığında samanlı sarı kâğıtlara yazarak meydana getirdi…

Cemil Meriç’i hapse atmadık ama önüne kale surları çekerek eserlerinin geniş halk yığınlarına ulaşmasını engelledik…

Çünkü bize Platonun “Mağara Alegorisi”ndekiler, ya da Cengiz Aytmatov’un “mankurtları” lâzım…

***

Kimleri hapse atmadık ki…

Al gözüm seyreyle:

Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Hüseyin Cahit Yalçın, Necip Fazıl, Orhan Kemal, Refik Halit Karay, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Aziz Nesin, İlhan Berk, Can Yücel ve daha niceleri…

Resmen komedi olan da var: 28 Kasım 1961’de İstanbul Polisi, bacağında Moskova yazılı kâğıt bulunan kargayı nezarete attı…

***

Günümüzdekileri sayarsam beni de hapse atarlar…

Doğrusu; diyabet, nefes darlığı, kolesterol, yüksek tansiyon, ülser ve siyatiklerle boğuşurken, bu yaşta mahpus damlarında sürünmek istemiyorum…

***

Günümüz fikir adamlarımızın, aydınlarımızın da önüne Çin Seddi ördük…

Medya yoluyla halka ulaşanların kalemini kırdık, mikrofonlarını ellerinden aldık!

Bir kısmı çekti başka ülkelere gitti…

Yetişmiş gençlerimiz Batı’ya kaçıyorlar. Özellikle tıp doktorlarının gittikleri yazılıp çiziliyor…

Yetişmiş gençlerimize sahip çıkmak yerine “Giderlerse gitsinler” deme gafletine düşüyoruz…

***

Çünkü…

Cehlin karanlığında boğulmamız ve cehalete teslim olmamız isteniyor…

Çünkü…

Düşünenlerin, düşünülmeyenleri düşünmesinden ve ifade etmesinden korkuluyor…

Çünkü…

Cahillerin, cehaleti kutsadığı bir dönemi yaşıyoruz…

Çünkü…

Tevfik Fikret’in yüz yirmi yıl önce tespit ettiği gibi “Kendi yarattığımız puta tapmamız” isteniyor…

***

Artık fikir adamlarını mumla arıyoruz. Ortalık, bağırıp çağıran, slogan atan bir sürü lümpene kaldı!

Fikir değil, slogan üreten olduk.

Cemil Meriç “Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır, slogan. İlkelin, budalanın, papağanın ideolojisidir. Düşünce ile çığlık bağdaşmaz. Şuurun sesi çığlık değildir. Yabani bağırır, medeni insan konuşur” diyor…

***

Yazıyı Dücane Cündioğlu’ndan kısaca bahsederek bitirmek istiyorum…

İstanbul’da doğduğu için hayata bir sıfır galip başlamış şanslı insanlardan biri…

(Benim gibi, kuş uçmaz kervan geçmez, Allah’ın dağında doğmuş olsaydı; o da benim gibi cehaletinin perdesini yırtmak için bir ömür harcardı!)

O da hapis tecrübesi yaşatılmış bir aydın…

Bana göre bir filozof!

Geçenlerde YouTube’da iki buçuk saate yakın canlı yayınını izledim…

Çok dolu bir düşünür ve yazar…

Backgroundu sağlam…  Arapça, İngilizce, Almanca, Fransızca ve İbranice bildiği yazılı…

Cehalete teslim olmadığı için; önü kesilmiş, kalemi kırılmış bir aydın…

Geniş halk kesimlerine ulaşmasına izin verilmiyor…

Kendi deyimiyle “Twitter’da, önceden 140, şimdi ise 280 harflik bir mecrada, aforizmalarla halka ulaşmaya çalışıyor…”

Bir nevi “Sehl-i mümteni” çabası…

Ve her aydın, her yetişmiş insan gibi o da “şahsında bir miktar kibir” barındırıyor…

***

Gırtlağımıza yapışan cehaletin pençesinden kurtulmamız gereken bu dönemde, üç satırla da olsa, etrafına ışık saçan bir şahsiyetten söz etmek istedim…

Çünkü kendisine “âlim” etiketi yapıştıran yarı cahillerin içinde boğulmaktan birazcık da olsa sıyrılmak istedim…

Hayır, kibirden Allah’a sığınırım. Son cümle sadece bir durum tespitidir…

Yazarın Diğer Yazıları