Devlet Adamlığı ve Çobanlık…

Cahit Kılıç 26.01.2021 08:57:11
Öyle devletler var ki, göreve gelen devlet başkanı veya başbakanlar, oturmuş devlet geleneklerine uydukları sürece devleti çok kolay yönetirler. Yeter ki kemikleşmiş sisteme ve devlet adabının kuralların adapte olsunlar ve sistemin çarkının dönmesine sadece katkıda bulunsunlar…
Bunu yapabilmek için, geçmişten gelen bir devlet adamlığı tecrübesine sahip olmaları yeterlidir. Bu, devletin esası denilen hiyerarşinin basamaklarını birer ikişer tırmanmış olmak anlamına gelir. Yine bu, askeri hiyerarşi veya bürokrasi merdivenlerini tırmanmış olmak gibi, siyasetin içinde de pişmiş olmaktan geçer…
*** 
Yaşayarak görüyoruz. Bugün Amerika Birleşik Devlerinin başına geçen şahıs, siyasetin içinde pişmiş bir şahsiyet olarak karşımıza çıkıyor. Önce senatörlük, peşinden iki dönem Barack Obama’nın yardımcısı olarak, devlet ve siyaset tecrübesine sahip bir kişi olarak dünyanın karşısına çıkan Joe Biden, uluslararası ilişkilerdeki tecrübe dağarcığını da sırtında taşıyor…
Bizim hoşumuza gitmiyor ama kabul etmek gerekir ki, emperyalist bir devlet olan ABD’nin dünyaca meşhur bir devlet geleneği vardır ve bu gelenek emperyal bir gücün nasıl yönlendirileceğini veya yönetileceğini yazılı olmayan kurallarla, yani belli teamüllerle çok belirgin çizgilerle yörüngesine oturtmuştur…
Ve fakat…
Her seçimle başa geçen kişinin bu teamülleri gözardı etmesi de pek mümkün olmuyor. Velev ki yeni reformlarla ülkeyi yeniden dizayn etmek istese bile, her şeyden önce oturmuş yazılı olmayan sisteme toslamaktadır…
Yazılı olmayan ama kemikleşmiş teamüllerin dışına çıkmak isteyen ve halk nezdinde çok büyük popülaritesi olan John Kennedy’yi, saf dışı, daha açık söylersek, sistem dışı bırakmanın yolunu, ancak onu öldürmekte buldular…
Bu, sistemin kendisini koruması için vuku bulan “self defence” refleksidir de diyebiliriz…
*** 
Neyi anlatmak istediğimizi son cümleye bırakalım ve gelelim son yıllarda yaşananlara…
*** 
ABD’de, Cumhuriyetçiler ile Demokratların çekişmesinde geleneğin bozulmayacağını, Demokratların sekiz yıllık iktidarından sonra sıranın Cumhuriyetçilere geleceğini herkes iyi biliyordu…
İş, adayın kendisini Amerikan halkına ispat etmesine kalmıştı…
*** 
O aday, milyarder bir iş adamıydı…
Altın sarısı saçları…
Ortası, yaşının gereği, biraz kalın olsa da uzun boyu ve düzgün fiziğiyle göz dolduruyordu…
Soğuk günlerde sırtındaki uzun paltosu ve kruvaze ceketinin önü hep açık…
Kırmızı kravatı, erkeklik organına sarkacak kadar uzun…
Kendisinden çok daha genç ve güzel, giyim kuşamıyla prezantabl karısı…
Oğlu, kızı, damadı ile iyi bir aile görüntüsü…
Ağzı da iyi lâf yapıyordu…
Bel altı vuruşlarda pek mahirdi…
Ve sair ve sair…
*** 
Sonuç olarak:
Bütün bunlara rağmen oturduğu devlet başkanlığı koltuğunu mizah konusu yapan bir başkan… 
Çünkü…
Her şeyi vardı ama devlet tecrübesi yoktu…
Ve tabiî ki biraz da kafadan çatlaktı…
*** 
Gelelim yukarıda bahsettiğimiz son cümleye:
O koltuğa milyarder bir adamı oturtmakla dağdan getirilmiş bir domuz çobanını oturtmanın hiçbir farkı yoktu…
O nedenledir ki;
Cumhuriyetçiler, geleneğin bozulmasına ve kendilerine bir dönem başkanlığına mal olsa da, el birliğiyle bu zengin çobanı göndermekte Demokratlara yardımcı oldular…
Oturmuş bir demokrasinin bilinçli sahipleri, kendilerinden biri olsa dahi, o kaçık adama sahip çıkmak yerine demokrasilerine sahip çıkmayı tercih ettiler…
Mesele budur…
Not: Bu yazı, basit bir analizle bir gerçeği tespit etme gayesiyle yazılmıştır. Yoksa Amerikan emperyalizmini desteklediğim anlamına gelmez…  
Üstelik kıssadan hisse çıkarmak da okurlara bırakılmıştır…

 

Yazarın Diğer Yazıları