Hüküm sahibi Yüce Allah’tır. Yazar-çizer takımı olarak, bazen bizler de hüküm cümleleri kuruyoruz. İstediğiniz kadar hüküm cümlesi kurmamaya çalışsanız da; bu husus, özellikle de siyaset içerikli yazılarınızda, insanoğlunun fıtratından kaynaklanan ve çoğunlukla tavsiye niteliği taşıyan, bazen de satır aralarında hükmedene hüküm verme hadsizliğine kadar uzanıyor…
Şahsen bendeniz, bu hususta çok dikkatli olmaya çalışıyor ve farkında oldukça da hüküm cümlesi kurmaktan kaçınıyorum. Yine de beşeriz, şaşmışsak affola…
***
Fakat...
Bu demek değil ki, adını tarihe altın harflerle yazdırmış İslâm dini büyüklerinin, ilim ve irfan ehlinin hüküm cümlelerini haddi aşmak sayacağız! Bilakis, onlardan pay çıkarmayı; hüküm sürenleri ve hükmetmeyi zulme dönüştürenleri, o ulu şahsiyetlerin akıl ve fazilet dolu ikazlarıyla uyarmayı bir görev sayacağız…
***
Bugünkü baş tacımız, Müminlerin Emiri Hazret-i Ali bin EbuTalib’dir. Hazretin Mâlik Eşter’i Mısır’a vali tayin ederken ona yazdığı “Ahitnâme”den bir bölümünü aşağıya alıyorum.
“Rahmân ve Rahim Allah adıyla. Bu, Allah'ın kulu Emir'ül-Müminin Ali'nin, vergisini toplamak, düşmanlarıyla savaşmak, halkını düzene sokmak, şehirlerini onarmak için Hâris'ül-Eşteroğlu Mâlik'i Mısır'a vali tayin ettiği zaman ona verdiği emirnâmedir. “
(…)
Yusuf suresi 53. Ayeti okur "Nefis, gerçekten de kötülüğü pek emredicidir. Ancak Allah'ın acıdığı kişi kurtulur ondan."
Ve devam eder.
“Sonra şunu bil ki ey Mâlik, seni öyle bir yere yollamaktayım ki senden önce oradan adaletle hükmeden, zulümle hüküm yürüten nice devletler gelip geçmiştir. Sen kendinden önceki buyruk sahiplerinin yaptıklarını nasıl görüyor, seyrediyorsan halk da senin yaptığın işleri, senin gibi görecek, seyredecek. Sen onlar hakkında neler diyorsan halk da senin hakkında o çeşit sözler söyleyecek. Allah kullarının dillerine neler ilham eder de onları söyletirse, temiz kişiler, o sözlerle gerçeği anlarlar, hükümde bulunurlar. Kendine temiz işleri zahire edin, en fazla sevdiğin azık, sence bu olsun. Hevâ ve hevesine hâkim ol, sana helâl olmayan şeyleri yapma; nefsini bunlara meylettirme; nefsini kötülükten alıkoymak, sevdiğin yahut nefret ettiğin şeylerde ona hâkim olmak, ona insafla muamelede bulunmaktır. Halka merhametle muameleyi kendine âdet et; onları sevmeyi, onlara lütfetmeyi huy edin. Onlara karşı yiyeceklerini, içeceklerini ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme. Çünkü halk iki sınıftır: Bir kısmı dinde kardeştir sana, öbür kısmı yaratılışta eştir sana. Onlar sürçebilirler, kusur ederler; bilerek yahut yanılarak ellerinden bazı şeyler çıkabilir. Senin yaptıklarını Allah'ın bağışlamasını nasıl seviyor, istiyorsan sen de onları bağışla; kusurlarından geç. Çünkü senin mevkiin onlardan üstür; seni bu işe memur edenin mevkii senin mevkiinden üstün; Allah ise vali tayin edenden de üstün; onların işlerini senin emrine vermiş, onlarla seni sınanmaya uğratmış, Allah'la savaşmaya kalkışma sakın; onun azabından kurtulmana çare yok; bağışlamasına, merhametine aldırış etmememe de imkân yok.
Halkın kusurlarını bağışlayınca nedamete düşme; onlara ceza verince de sevinme; seni yoldan çıkaracak öfkeye kapılıp, ceza vermekte tez davranma. Ben onlara buyruk verenim, emrime uyulması gerek demeye kalkışma; çünkü bu gönle gurur verir; dini gevşetir, nimeti bozar gider. Gönlüne böyle bir düşünce geldi mi, gücünün, kuvvetinin üstünde olan Allah'ın gücünü, kuvvetini düşün, onun kudretine karşı aczini gör; bu, başkaldıran, serkeşlik eden nefsini yatıştırır, kibrini, gururunu giderir, yitip giden aklını başına getirir. Sakın Allah'ın azametiyle boy ölçüşmeye, onun kudretine kendi gücünü kuvvetini benzetmeye girişme. Çünkü Allah, her zorbayı hor-hakir eder; her baş çekeni, yüceltileni alçaltır gider. Allah'a karşı da insaflı ol, insanlara, ehline ayâline, adamlarından buyruğuna uyanlardan hoşlandıklarına karşı da insafla muamelede bulun; böyle yapmazsan bil ki zulmetmiş olursun. Allah kullarına zulmedenin düşmanıysa Allah'tır. Allah ile düşmanlığa girişenin delilini Allah batıl kılar, zulümden geçinceye, tövbe edinceye dek de o kişi Allah'la savaşmış olur. Allah'ın nimetlerini bozan, zail eden, azabının çarçabuk çatmasına sebep olan şeyler içinde zulümden daha güçlüsü yoktur. Çünkü Allah mazlumların dualarını duyar; zalimlere de çağı gelince azabını yollar.”
(…)
“Dinin direği olan Müslümanların topluluğuna sebep bulunan, düşmana karşı duranlarıysa halk tabakasıdır; onları sevmelisin; onlara meyletmelisin.
İnsanların ayıplarını görüp gözeten, onları açıp söyleyen kişiler sana en uzak kişiler olsun. Onları kendine yaklaştırma. Çünkü insanlarda ayıp olabilir; valiyse bunları örtmeye en fazla hakkı olan kişidir. Onların bilmediğin ayıplarını açmaya, öğrenmeye kalkışma; sence bilinenleri, iyiliğe, temizliğe yormaya bak; bilmediklerin hakkındaysa Allah hükmeder. Ayıpları elinden geldikçe ört; buyruğuna uyanların ayıplarını örtmeyi sevdikçe, bu huyla huylandıkça Allah da senin ayıplarını örter, bağışlar.
Halka karşı duyduğun kîni bırak, her suça ceza vermeye kalkma; sence doğru olmayan şeyleri bilmezlikten gel. Halkın kötülüğünü söyleyenlerin sözleri hemencecik gerçek bulma; çünkü halkın kötülüğünü söyleyen kovucu, öğütçülere benzese bile garez sahibidir.”
(Nehc-ül Belaga- Abdülbaki Gölpınarlı- Derin Yayınları Sayfa:360)
***
Not: 17 Mart 2017 tarihinde yazdığım bir yazıdır…