Balkanlar: İşbirliği mi, Neo-Yugoslavya’nın Gölgesi mi?

Sinan Baykent 26.01.2022 14:58:46
/Fikirturu

Sırbistan, Arnavutluk, Kuzey Makedonya kendi aralarında ticareti serbestleştirmeyi hedefleyen Open Balkan girişimine imza attılar. “Mini Schengen” diye sunulan bu anlaşma kâğıt üzerinde hoş görünse de, pratikte “Sırp Dünyası” tutkularına çanak tutan bir inisiyatif intibaı uyandırıyor.

1990’larda Sırp milliyetçiliğinin kan deryasına çevirdiği Batı Balkanlar’a bugünlerde hem bölgesel uzlaşı arayışları hem de yükselen buhran kokuları hâkim.

Arayışın başlıca aktörleri Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, Arnavutluk Başbakanı Edi Rama ve Kuzey Makedonya (eski) Başbakanı Zoran Zaev.

Temelleri bu üçlünün iştirakiyle Ekim 2019’da Sırbistan’ın Novi Sad kentinde atılan “Open Balkan” (Açık Balkan) inisiyatifi, resmiyette Balkan coğrafyasının yakın tarihte maruz kaldığı kor ateşlerin küllerinden bir “işbirliği” zemini inşa etmek gayesini taşıyor.

Ne var ki bölgede inisiyatifin hakiki niyetleri ve olası izdüşümleriyle ilgili beslenen kaygılar yoğun. Dahası, arzulanan varış noktasına ulaşmak için “elzem” tabiatlı hiçbir ön-koşul yerine getirilmiş değil.

Ön-koşulların ilki, eski Yugoslavya’nın gayrı-Sırp bölgelerinin neredeyse tamamına ulaşan soykırım hareketleriyle şeffaflıkla hesaplaşılması gereği.

Başlangıçta “Mini-Schengen” adıyla anılan “Open Balkan”, 1945-sonrası Batı Avrupa’nın yıllara yayılan bir sabırla kurguladığı “barış havzası” oluşturma atılımının bir benzerinin hızlandırılmış versiyonunu Batı Balkanlar’da canlandırmanın peşinde.

Oysa bu analojinin hakkaniyetle yapılabilmesi için ön-koşullarda da asgarî bir “benzeşme” ihtiyacı hâsıl.

Sırbistan’ın hâlihazırda yönetiminin yüzleşmeye yanaşmaması ise “Open Balkan”ın Batı Balkanlar’ın tümünü kapsayacak bir platforma evrilmesini de facto imkânsızlaştırıyor.

Gerçekten de Batı Balkanlar’ı teşkil eden toplam 6 ülke olmasına karşın (Sırbistan, Arnavutluk, Kuzey Makedonya, Kosova, Karadağ ve Bosna-Hersek), mevcut statükoda “Open Balkan” bunların yalnızca üçünü bir araya getirebiliyor.

Tıkanmanın ana sebebi yine Sırbistan.

Sırbistan’ın son zamanlarda bilhassa Bosna ve Kosova’ya dair tüttürdüğü kışkırtma bacaları bölgeyi saran buhran potansiyelinin ağır kokusunu iyiden iyiye sızdırmaya başladı.

Öyle ki, “Büyük Sırbistan” (veya Sırp yetkililerin algısıyla “Sırp Dünyası”) somut bir jeo-stratejik tehdit olarak bölge uluslarının gündemine girmiş vaziyette.

“Open Balkan” işte bu arayış ve endişeler harmanının bir nevî kesişme noktası.

Peki, ama “Open Balkan” tasavvuru nesnel planda hangi başlıkları içeriyor? İnisiyatifin bölgedeki yankılanmaları neler? Avrupa Birliği (AB), Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya, Çin vb. büyük merkezler “Open Balkan”ın neresinde? “Open Balkan”a en büyük muhalefet nereden ve kimlerden geliyor? Yüz yıl sonra dünya yine Balkanlar’dan başlayarak mı şekillenecek?

Cevap aramaya çalışacağız.

Kâğıt üzerindeki “Open Balkan”

“Open Balkan” esasen imzacı devletlerin kendi aralarında gerçekleşen ticareti serbestleştirmeyi ve kolaylaştırmayı hedefliyor.

Bu doğrultuda antlaşma metinlerinde insan ve mal dolaşımını hızlandırmaya yönelik maddeler var.

29 Temmuz 2021 tarihinde Kuzey Makedonya’nın başkenti Üsküp’te imzalanan antlaşmalarla birlikte Sırbistan, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya “açık ortak pazar” hükmünü fiiliyata döküyor.

İthalat, ihracat ve mal dolaşımında bürokratik prosedürleri hafifletmenin yanı sıra iş gücü piyasasına serbest erişimi temin ediyor. Bu sâyede üç ülkenin vatandaşları imzacı devletlerin herhangi birinde çalışma iznini daha zahmetsizce elde edebilecekler.

Keza 1 Ocak 2023 tarihinden itibaren sınırlardaki kontrollerin askıya alınmasında da mutabık kalındı.

Üç devletin liderleri “Open Balkan”ın AB’ye bir alternatif sunmadığını, bilâkis maksadın AB’ye tam üyelik sonrasında yaşanabilecek kimi aksaklıkların şimdiden bertaraf edilmesi olduğunu ifade ediyorlar.

Doğrusu ben “Open Balkan” inisiyatifinin – en azından bir yönüyle – imzacıların AB’ye nispetle geliştirdikleri şüpheciliği ve güven eksikliğini tam olarak somutlaştırdığı kanısındayım. Zira hâlâ geçerli ve etkin olan Orta Avrupa Serbest Ticaret Anlaşması (CEFTA) liderlerin öne sürdükleri gerekçeleri zaten ziyadesiyle karşılıyor.

Hâl böyle olunca, meselenin derinlerine inerek perdelenmiş boyutlarını gün ışığına kavuşturmak gerekiyor. Kaldırılması gereken perdelerin en kalını ise inisiyatifin uluslararası denklemdeki konumuyla alakalı.

Uluslararası jeopolitiğin satranç tahtası olarak “Open Balkan”

“Open Balkan” öylesine çapraşık düğümlerle çevrelenmiş ki, hemen her büyük siyasî kutbun dokuma izine rahatlıkla rastlanabilir. Fakat izlerin en kaba hatlı olanları çoğunlukla dört merkeze işaret ediyor ki, bunlar ABD, AB, Rusya ve Çin’dir.

ABD Balkanlar’ı “ulusal öncelikler” tasnifinde epey gerilere atmış durumda. Artık Afganistan’dan apar topar “kaçan”, Ortadoğu’da kangrenleşmiş sorunları gündeminden düşüren ve enerjisini Asya-Pasifik’e vakfetmeye hazırlanan bir ABD gerçeği var.

ABD, “Open Balkan”ı tüm bölge devletlerini kavraması kaydıyla desteklediğini belirtti. Ancak “Open Balkan”ı desteklemesindeki en cevval motivasyon, mevcut çıkmazlarıyla Batı Balkanlar’ın Rus müdahalesine açık hâle gelmesi.

Başka bir deyişle, ABD “Open Balkan”da Rusya’nın belki kolaylıkla müdahil olmadığı ve olamayacağı bir fırsat penceresi görüyor. ABD’nin Edi Rama kanalıyla inisiyatife – ileride irdeleyeceğimiz saiklerle – mesafeli duran Kosova üzerinde baskı kurması da bunun için.

Kısacası ABD “Balkanlar kamburu”ndan kurtulmak istiyor.

AB’nin ise görünürde kompakt ama pratikte parçalı yapısı Batı Balkanlar ve elbette “Open Balkan” özelinde kendini bütün çıplaklığıyla açığa vuruyor.

AB bir yandan – tıpkı ABD gibi – “Open Balkan”ın bölgedeki alt ülkeyi aynı çatı altında kaynaştırması gereğini işaretlese de diğer yandan AB içinde örneğin Kosova’yı tanımayan devletler olduğunu unutuyor. Yine klasik bir AB çelişkisinin tezahürü olarak, Batı Balkan ülkelerinin tam üyelik müzakerelerinde muhtelif üyelik fasılları kimi AB üyeleri tarafından mütemadiyen bloke ediliyor.

Bu ikircikli tutumlar bazı üye devletlere – çözümsüzlüklerin sürmesi hâlinde – Rus müdahaleciliğin Avrupa’nın içlerine değin ulaşabileceğini sezdirse de nafile. Ekim 2021’de AB Dönem Başkanı Slovenya AB’nin Balkan 6’lısını 2030 yılına değin entegre etmiş olmasına yönelik sunduğu teklif reddedildi.

İştahı kabaran Rusya ve Çin

Brüksel’in Batı Balkanlar’da yarattığı vakum ve belirsizlik nihayetinde iki gücün iştahını kabartıyor: Rusya ve Çin.

Rusya maddî ve manevî yatırımını doğrudan “Open Balkan”ın bağrında yerleşecek bir “Büyük Sırbistan”a yapmayı yeğlerken, Çin bir süredir benimsediği “kredi sistemi” vasıtasıyla bir ayağını aynı Sırbistan’da sabitlemek niyetinde.

Rusya Sırbistan’ı silahlandırıyor. 2018’de 700 milyon dolar civarında seyreden Sırbistan savunma bütçesi 2021 itibarıyla 1,5 milyar doları buldu.

Çin’in ise Sırbistan’da şu anda 7 milyar dolarlık bir yatırım (borçlandırma) hacmi var.

Bölgeye fizikî intikalde dezavantaj yaşasa da Rusya kendi “ulusal hinterland siyaseti”yle uyumlu olarak başta Sırp milliyetçisi siyasetçiler olmak üzere milislere, oligarklara, medya mecralarına ve din adamlarına lojistik yardımların yanı sıra “değer” de pompalıyor.

Karadağ’da süregelen gerilim stratejisi ve son olarak Bosna’da Başkanlık Heyeti Üyesi Milorad Dodik’in ayrılıkçı ajandasına verdiği destekle Putin Rusya’sı bugün Batı Balkanlar’daki “Büyük Sırbistan” tahayyülünün en kudretli fikir sponsoru.

“Open Balkan” Rusya için Sırbistan üzerinden ilk aşamada Adriyatik’e, oradan da Akdeniz’e doğru “genişlemenin” dingin anahtarı şeklinde değerlendirilebilir.

Dahası, Rusya “Open Balkan”ın bu istikamette “en barışçıl opsiyon” olabileceği görüşünde. Kosova – Arnavutluk’un, AB’nin ve ABD’nin tüm “telkinlerine” karşın – tuzak bellediği “Open Balkan”a katılmamakta direndikçe Sırbistan’ın sınıra yaptığı askerî yığınakların da provokasyonların da arttığı not edilmeli mesela.

Çin hem Macaristan’ı hem de Sırbistan’ı Avrupa’ya açılan kapıları olarak ele alıyor. Avrupa’da özgül ağırlığını ete kemiğe büründürmek için bir mücadele veriyor ve şimdiden nispî de olsa bir başarı sağlandı.

Belgrad-Budapeşte hızlı tren projesinin Pekin’in himâyesinde hayata geçecek olması bu anlamda oldukça manidardır.

Sırbistan madenlerine akıtılan fonlar, Kuşak ve Yol Girişimi perspektifindeki yol inşaatları ve planlaması yapılan ortak üniversite projeleri Sırbistan’ın Batı Balkanlar’daki yegâne “çekim merkezi”ne dönüştürülmek istendiğini fısıldıyor.

Böylesi bir Sırbistan’ın Balkan 6’lısını “kendiliğinden” domine edebilecek askerî güce ve ekonomik kapasiteye ulaşmakta asla güçlük çekmeyeceği bir yana, türlü siyasî dayatmalarından boşanmak adına AB’ye tam üyeliği bile tekrardan gözden geçirebileceği aşikâr.

Söz konusu saha gerçekliğini en iyi süzenler arasında sivrilen ismin ise – kendi payıma – Kosova Başbakanı Albin Kurti olduğunu düşünüyorum.

Bölgesel tartışmalar ve Albin Kurti etkeni

Bölgede “Open Balkan” kamuflajıyla yol kat edecek bir “Büyük Sırbistan” veya “neo-Yugoslavya” tehdidini hissedenlerin sayısı yadsınamaz.

Boşnakların haklı huzursuzluğu – Dodik özelindeki son gelişmelerin de katkısıyla – had safhaya ulaştı ve Bosna cephesinden yükselen Sırp milliyetçiliğinin etkisinde yeni Srebrenitsa’lar yaşanmaması adına uluslararası camiaya art arda çağrılar yapılıyor.

Keza Karadağlıların hissiyatını Cumhurbaşkanı Milo Dukanovic Eylül 2021’de özetlemişti: “Büyük Sırbistan milliyetçiliği bütün şiddetiyle Sırbistan’ın devlet koltuğuna oturmuştur. Karadağ’ı ‘yanlışlıkla’ bağımsız olmuş bir başka Sırp devletiymiş gibi tanıtmak istiyorlar.”

Hem Kosova hem de Arnavutluk Arnavutlarının itirazlarını en gür sesle dillendiren ise Albin Kurti oldu/oluyor.

Kurti, Kasım 2021’de The Telegraph gazetesine verdiği röportajda şöyle diyor: “Batı Sırbistan hükûmetinin savaş tehditlerini ciddiye almazsa Kosova ve Bosna krizleri tırmanır. Sırbistan’ın 2015-2021 aralığındaki ‘savunma’ harcamaları iki kat arttı.”

Sol-milliyetçi Vetëvendosje (Kendi Kaderini Tayin Et) partisinin lideri Kurti ABD ile AB’nin şimşeklerini üzerine çekiyor. Aynı Kurti, Edi Rama’nın da hedefinde.

Rama, “Open Balkan”ın Kosova açısından “tanınmak” için bir şans olduğunu, bölgenin geçmişin acılarına yenik düşmek suretiyle geleceğini kaybetme riskini taşıyamayacağını ve “neo-Yugoslavya” eleştirilerini “kasaba milliyetçiliği yapmak”la eşdeğer gördüğünü ifade ediyor.

Kurti ise tam aksine Balkan Mini-Schengen’i yerine evvelâ Arnavut Makro-Schengen’inin konuşulması gerektiğini paylaşıyor. İlaveten, geçmiş acıların salt Miloseviç’in şahsına hapsedilemeyeceğini çünkü aynı Sırp milliyetçi geleneğin bugün de iktidarda olduğunu ve Rama’nın Kosova’yla ilişkilere odaklanmasının daha kârlı bir iş olacağını söylüyor.

Rama-Kurti ikilisi arasındaki gerilim salt kişilikler çarpışmasından doğmuyor. Ortada Arnavut âleminin girmesi gereken yörünge noktasında ideolojik bir ayrılık var.

Açıkçası Kurti’nin tavrı bana daha tutarlı geliyor.

Arnavutların ezelden beri bir veya birden fazla güce kör bir bağlılıkla “güvenme”, akabinde de “terk edilme” sorunu olmuştur. Ancak bu döngüyü kıran ve kendi ayakları üzerinde duran Arnavut liderler – sevapları ve günahlarıyla – tarihe mâl olmayı başarıyorlar.

Kurti’nin – Kosova’nın tüm imkânsızlıklarına karşın – dört taraftan zincirli ellerinin arasındaki fevkalade kısıtlı kaynaklarla bile bir “egemen duruş” sergilemeye gayret ettiğini gözlemliyorum.

Sırbistan İçişleri Bakanı Aleksandar Vulin’in henüz Temmuz 2021’de kurduğu “Sırp Dünyası’nın inşası bu neslin işidir ve tek bir kurşun dahi atılmaksızın vücuda getirilmelidir” cümlesi tazeliğini korurken, Kurti’nin “Open Balkan”a dair yaklaşımlarının “romantik” addedilemeyeceği açık.

Yüz yıl sonra yine mi Balkanlar?

“Open Balkan” kâğıt üzerinde göze ve kulağa hoş gelen, pratikte ise “Sırp Dünyası” tutkularına çanak tutan bir inisiyatif intibaı uyandırıyor.

Günden güne içine üflenen ekonomisi ve kasları şişirilen ordusuyla Sırbistan, “Open Balkan”ın serbestîlerinden en doygun biçimde istifade edebilecek tek devlet pozisyonunda.

Sırbistan bölgenin en az yarısı tarafından tehdit olarak telakki edilirken, “Open Balkan” kıvamında bir projenin meyve vermesini beklemek boşuna olur.

Mesele Batı Balkanlar olunca insan 1990’lar kâbusunu hatırlıyor elbette ama aynı zamanda 1914’te cehennem kapılarının açılışını da anmadan edemiyor.

Balkanlar asla yalnızca “Balkanlar” değildir. Dahası, maalesef Balkan devletleri için egemenlik, daha önemlisi “ulusal egemenlik” daima büyük bedeller gerektirmiştir.

Görünen o ki, bugün Batı Balkanlar – bilhassa da Kosova, Bosna-Hersek, Karadağ üçlüsü – yeni bir “paylaşım”a razı edilmeye çalışılıyor.

ABD, AB, Rusya ve Çin başrolü – şimdilik sessizce – “paylaşıyorlar”. Yarın bu sessizliğin bozulup bozulmayacağı ise meçhul (!).

Bu paylaşım girişimleri, ister “Open Balkan”ın isterse bambaşka bir formatın uhdesinde olsun, bölge uluslarının “doğal sınırlarının” oturmasına olanak vermedikçe kadük kalmaya mahkûmdur.

Ulusların doğal sınırlarını “dört büyükler” ile onların uyduları asla istemez.

Ne var ki bu kavram ilerleyen süreçlerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Batı Balkanlar politikasının mihenk taşını pekâlâ oluşturabilir.

Üzerinde düşünülmeli.

Yazarın Diğer Yazıları