Muharrem İnce 8 Şubat'ta düzenlediği basın toplantısıyla Cumhuriyet Halk Partisi'nden (CHP) gerekçeleriyle istifa etti.
İnce'nin yaptığı konuşma verdiği mesajlar bakımından oldukça güçlüydü ancak aynı zamanda düzensizdi. Çerçevesi daha dolgun ve keskin çizgili olabilirdi.
Ayrıntılara çok fazla girmeyeceğim.
Ancak yol ayrımını temellendirirken yaptığı Doğu Akdeniz, Azerbaycan, FETÖ, Soros ve "demokrasi dilenciliği" vurguları yakıcıydı.
Belli ki İnce, CHP'nin mevcut gidişatından dem vuran ulusalcı-milliyetçi dinamiği harekete geçirmeyi hedefliyor.
Başarı şansı var mı? Bence var.
Zira ulusalcı-milliyetçi karakterli toplumsal tabandaki CHP eleştirilerinin günden güne şiddetlendiği açıktır. Dahası hem kentlerde hem de kırsalda bu düzlemde bir yeni arayışı heyecanla karşılayacak ciddi bir kesimin varlığı yadsınamaz. İstikrarlı bir tırmanış içinde olan kararsızlar ve boykotçular için taze bir seçeneğin zararı değil faydası olacaktır.
İnce Memleket Hareketi'nin partileşme sürecini nasıl ele alacak, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) grup kurabilecek mi ve kurucular kurulu ile yakın kadrosunu nasıl şekillendirecek önümüzdeki süreçte hep birlikte göreceğiz.
Ne var ki şimdilik gördüğüm bir şey, İnce'nin genel stratejisini henüz tam anlamıyla inşa edemediğidir.
Ne demek istiyorum?
Her ne kadar CHP'den kopan üç milletvekilinin (Mehmet Ali Çelebi, Hüseyin Avni Aksoy ve Özcan Özel) Memleket Hareketi'ne katılması ve İnce'nin yaptığı "ideolojik" çıkış kısa vadede harekete bir ivme kazandıracaksa da orta vadedeki muhtemel zorluk ve engellerin hesabı sanki tam yapılmamış gibi duruyor.
İnce'nin basın açıklaması esnasında kullandığı bir cümleye özellikle takıldım.
İnce, "hedefimiz 50+1" dedi. Bu iyi bir şey. Özgüven ve kararlılık alametidir.
Ama peşinden ekledi:
Siyasete 'dostlarla iktidar olacağım' diye başlanmaz. Tek başıma 50+1 alacağım. Parti bunun için kurulur, böyle yola çıkar. Ama seçime yakın görürsün, külâhını koyarsın, düşünürsün, bakarsın ki olmuyor o zaman ittifak kurarsın.
Türkiye parlamenter sistemle idare ediliyor olsa, İnce'nin "tek başına iktidar" stratejisi inandırıcı olabilir, kudretli bir potansiyeli bünyesinde barındırabilirdi.
Ancak öyle değil.
Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi var. Ve bu sistemde 50+1 aslanın (ittifakların) ağzında.
Lafı uzatmayayım: İçinde bulunduğumuz sistemde ittifak bütün iktidar hedefleri için varoluşsal bir koşuldur.
Bu parantezi açtım zira İnce önümüzdeki günlerde özellikle Millet İttifakı bileşenlerinin karşı-propaganda hücumlarına muhatap olacak.
İnce için şimdiden "CHP'yi bitirecek", "bölen olacak" ve "Cumhur İttifakı'na çalışıyor" formüllerine başvurulmaya başlandı bile.
Kendi payıma siyasî partilerin putlaştırılmasının abesle iştigal olduğunu düşünüyorum.
Partiler amaca yönelik bir değerler ve yaklaşımlar bütünüdür sadece. Başka bir deyişle ve en kaba tabirle birer "araçtırlar".
Hâl böyle olunca katılmak veya ayrılmak bu "bütünle" kendinizi ne kadar özdeşleştirdiğinizle ilgilidir. Amaca nispetle "nasıl?" suali etrafında aşılamayacak bir çelişki varsa yeni arayıştan daha doğal ne olabilir ki?
Ancak siyaset böyle bir şey.
İlaveten siyasette belirleyici olan daima algıdır. Algıda yenilmişseniz sizi kazandırabilecek, kazanmışsanız da yenilgiye uğratacak hiçbir etken yoktur.
İnce'nin bugün "bizim işimizin olmayacağı tek yer Cumhur İttifakı'dır" dese de bunu bundan sonra her konuşmasında tekrarlasa da seçimlere veya alternatif bir ittifak kurulana dek yukarıda serdettiğim cüsseli hücumlarla mücadele etmek zorunda kalacaktır.
Üstelik İnce'nin mücadelesi sürekli bir "savunma" mücadelesi kalıbına oturacaktır.
İşin ilginç tarafı, ilerleyen günlerde İYİ Parti'den ayrılıp parti kuracağı ifade edilen Ümit Özdağ'ın da İnce'yle aynı kritik dalgalarıyla karşılaşması kuvvetle muhtemeldir.
Günümüz şartlarında muazzam değişiklikler veya şartların seyrinde sarsıcı kırılmalar olmazsa, ben bu ikilinin eninde sonunda iş birliği yaparak bir araya gelme ihtimalinin hayli yüksek olduğunu düşünüyorum.
Partilerinden kopuş hikâyeleri çok benzer. Her ikisinde de ideolojik tenkit ve ideolojik kopuş var.
Her ne kadar Özdağ bugün resmiyette hâlâ İYİ Parti üyesi olsa da yol arkadaşlarından İsmail Koncuk'un "parti kurma çalışmalarımız var" demesi böylesi bir partinin kurulacağını bize fısıldıyor.
Biri ulusal sol diğeri de büyük olasılıkla Türk milliyetçiliği ekseninde yol kat etmeye çalışacak. Dolayısıyla siyasî çizgilerde asgari bir müştereklik olacaktır.
Doğrusu İnce-Özdağ ikilisi arasında hâlihazırda bir dirsek teması veya açık tutulan bir iletişim kanalı var mı bilmiyorum.
Ne var ki doğum maceraları birbirine bu kadar yakın iki çağdaş örneğin aynı zeminde buluşması şaşırtıcı olmayacaktır.
"Ulusal-millî merkez" kıvamında üçüncü bir kutup gelişir mi izleyeceğiz ancak şimdilik anlaşılan odur ki, böyle bir nihai hedef veya iddia varsa bile, taraflar bunu bugünden açıklamaya yanaşmıyorlar ve yanaşmayacaklar.
Bir yanıyla anlaşılabilir olan bu durum, diğer bir yanıyla ise propaganda bâbında zorlayıcı ve yıpratıcı tarzda bir bağlamı vücuda getirebilir.
"Anlaşılabilir" diyorum, zira mevcut ittifakların dahi seçimlere kadar şimdiki yapılarını muhafaza edip etmeyecekleri meçhul. Tercihler skalasını en baştan daraltmak mantıksız gelebilir ki, bu daralmayı reddetmek de pekâlâ saygıdeğer bir tutum olabilir.
Ayrıca her yeni oluşumun en azından başlangıç safhalarında lehteki müstakil rüzgârları olabildiğince serbest bırakmak ve bu sayede pazarlık marjlarını alabildiğine genişletmek istemesi doğaldır.
Öte yandan "zorlayıcı" diyorum, zira iki baskın kutbun yerleşik bir hâl aldığı ortamlarda üçüncü şıkkı ete kemiğe büründürmek zaten yeterince zahmetliyken, bir de üstüne söz konusu şıkkı birleşik bir şekilde ilân etmekten kaçınılırsa zahmetler üst üste binecektir.
Momentum bile yakalamaya fırsat bulamadan bütün zamanını devamlı olarak en basit "varlığını" meşrulaştırmaya çalışmak, öyle zannediyorum ki, nereden bakılırsa bakılsın yıpratır.
Özetlemek gerekirse, İnce ile Özdağ'ın çıkışlarının kararsızların ve dahi sandıktan yüz çevirme eğilimine kapılanların bu denli arttığı, neredeyse en büyük muhalefet bloğu statüsüne kavuştuğu böylesi hararetli bir dönemde belli bir toplumsal karşılık bulması olasıdır.
Olasıdır; ancak karşılarında dikilen ve daha dikilecek olan psikolojik duvarları doğru ölçemez ve bunlara karşı mukavemet geliştiremezlerse, ideolojik hassasiyet kökenli isyanları istediği kadar değer görsün, son tahlilde alçak cam tavanlara çarpmaları kaçınılmaz olur.
Dahası ve kötüsü "kin ve intikam partileri" algısına hapsolurlar.
Siyasette başarı için haklı bir fikrinizin olması yetmiyor. Marifet, kitleleri haklılığınız hususunda ikna etmektir.
İkna yolu ise esasen akılcı ve bilinçli stratejilerden geçiyor.
Gustave Le Bon'un dediği gibi:
İlerlemek için eyleme geçmeyi istemek yetmez, önce ne yönde eyleme geçileceği bilinmelidir.