Bilindiği üzere Fransa ağustos ayı ortalarında Doğu Akdeniz'de Yunanistan'la "dayanışmak" adına bölgeye fırkateynler ile savaş uçakları sevk etmişti.
Geçtiğimiz günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron yaptığı bir açıklamada "Türkiye laftan değil, eylemden anlar" minvalinde bir şeyler geveledi.
Avrupa'nın "Türk gündemine karşı" dik durması gerektiğini söyleyen Macron, Almanya'yı da iğneleyerek "başkalarının söylemekten imtina ettiklerini Fransa söylüyor" diye çıkıştı.
Haberleri kronolojik bir düzlemde ardı adına sıralayıp değerlendirdiğimde açıkçası tebessüm etmekten geri duramadığımı itiraf etmeliyim.
Neden mi?
Çünkü Fransa, Avrupa özelinde kurguladığı oyunu Türkiye üzerinden "bile bile lades" demenin eşiğinde durarak ve cüssesinin kesinlikle kaldıramayacağı işlere tevessül ederek ete kemiğe büründürmenin peşinden koşuyor.
Herkesin hatırlayacağı gibi Macron geçen yıl "NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti" şeklinde bir tahlil yapmıştı. Önceleri kimse meselenin "niçin"ini ve "nasıl"ını anlamamıştı.
Hâlbuki Macron'un 2019 yılın kasım ayında dillendirdiği söz konusu tespitin bir önceki kademesi 2018 yılının kasım ayında döşenmiştir.
Neydi o kademe?
"Avrupa Ordusu" ihtiyacının gündeme taşınması.
Ne demişti Macron Kasım 2018 tarihinde?
Anımsayalım:
Hakiki bir Avrupa ordusuna kavuşamazsak Avrupalıları koruyamayız. Sınırlarımızın yanı başında nasıl tehdit oluşturabileceğini çok açıkça gösteren bir Rusya örneği karşımızdadır. Etrafımızda yeniden yükselişe geçen ve silahlanan otoriter güçlere, Rusya'ya, Çin'e ve hatta Amerika Birleşik Devletleri'ne (ABD) karşı kendi kendini daha çok savunabilen bir Avrupa'ya ihtiyacımız vardır.
Macron birleşik bir Avrupa Ordusu'nun inşa edilmesini istiyor. Ancak istemek yetmiyor. Bunun için evvelâ NATO'yu devre dışı bırakmalı ve ABD'nin nüfuzundan sıyrılabilmeli.
ABD Başkanı Donald Trump'ın iktidara geldiğinden bu yana sergilediği görece "izolasyonist" politikanın dünya siyasetinde yarattığı vakumdan istifade ederek Fransa Cumhurbaşkanı ülkesi için ufukta yeni bir güneşin doğuyor olabileceğini sezdi.
Hazır ABD askerî güçleri çoğunlukla Asya'ya doğru kaydırılırken (veya kaydırılacakken), Macron, Fransa'nın kuruluşunda öncü rol üstlenmesini istediği Avrupa Ordusu'nun temellerini hızla atmayı amaçlıyor.
Almanya "Avrupa Ordusu" fikrine dünden razı. Almanlar böylelikle kendilerine 1945-sonrası dayatılan ağır askerî kısıtlamaların boşa çıkacağına inanıyorlar.
Projenin sözcülüğünün ve ilk aşamadaki liderliğinin Fransızlara bırakılması da akıllıca bir taktiği yansıtıyor. Zira bu vesileyle kimse "Dördüncü Reich'ın ayak sesleri mi?" vb. yarı-ciddi yarı-magazinsel sorular sormayacak.
Öte yandan birkaç tarih kitabı okumuş en sıradan insan bile Almanya'nın ileriki aşamalarda -özellikle de sahip olduğu ekonomik/teknolojik altyapı kapasitesi ile ihtiva ettiği demografik ağırlık ışığında- çok kısa bir süre içerisinde bu ordunun liderliğini alacağını bilir.
Fransa artık kalıplaşan zeminsiz megalomanisi ve geleneksel siyaset bilmezliğiyle yine, yeniden bilerek yahut bilmeyerek (bence bilmeyerek) Almanya'nın ekmeğini bir güzel yağlıyor.
Sözde kendi ulusal menfaatleri için çalışan ancak özde Berlin'in hesabına ter döken Macron, "Fransa kaptanlığındaki Birleşik Avrupa Ordusu" tahayyülünün vücuda gelmesi için ise en kadim (!) ama aynı zamanda en bayat diskura sarılıyor: Yaşlı kıtanın tarihsel Türkiye düşmanlığı.
Avrupa'yı içeriden birleştirmesi için tarihin derinliklerinden süzülerek yoğrulan kolektif bilinçaltına hitap etmek gerçekten de yapılabilecek en kolay hamledir.
Türk ve Türkiye imgelerine nispetle Avrupa'nın zihin haritasını formatlayan korku, kin ve rövanş harmanının güncellenip yeniden canlandırılmasından daha efektif ne olabilir ki?
İşte Macron tam olarak bu uğurda 2008 krizini müteakip yere serilen iki büklüm kalmış Yunanistan'ı fevkalade profesyonelce manipüle ediyor.
Ulusal komplekslerine yenik Yunan komşularımız da mevzubahis manipülasyona balıklama atlıyorlar ve akıl tutulmasına muhatap bir vaziyette kendilerine sunulan rüşvetlerle köreliyorlar.
Bilmem kaç Rafale uçağı ve fırkateyn karşılığında -geçtiğimiz yüzyılın emekleme dönemlerine ayna tutarmışçasına- Türkiye'ye meydan okuması gerektiğine ikna olan Yunanistan, yarın öbür gün sıcak bir çatışma cereyan ederse yine efendileri tarafından bir peçete gibi kullanılıp atılacaktır.
Yunan'ı kışkırtmak ve Türk'ün sabrını zorlamak Macron'un Avrupa Ordusu için attığı yemler.
Ciddi bir sürtüşme yaşandığı takdirde Macron hem NATO'nun sistemik ölümünü ilân edebilecek ("aynı yapı içindeki iki ‘müttefik' çatıştı, dolayısıyla NATO artık bitmiştir" savı vasıtasıyla) hem de Türkiye'nin muhtemel meşru müdafaasını Avrupa'nın iç kamuoyunu kristalize edebilmek için alabildiğine sömürecektir.
İşin doğrusu ise şudur: Yakın tarihten ne Fransa ne de Yunanistan layıkıyla ders çıkarabilmiştir.
Ne Fransa, Almanya'yla tecrübe ettiklerinden… Ne de Yunanistan, Türkiye'yle yaşadıklarından…
Dahası, Fransa 1940 yılından yani başkentini 1-1,5 ay aralığında Almanlara teslim ettiğinden beridir girdiği hiçbir savaşı kazanamadı desek yeridir.
Fransa 1940 yılından bu yana 20'nci yüzyıl boyunca ya toprak ya da etki kaybetmiştir. Her ne kadar şimdi Macron bu gidişatı tersine çevirmeye gayret etse de nafile.
Hele ki Fransa Deniz Kuvvetleri'nin modern çağın başlangıcından bugüne değin ürettiği tek bir başarı hikâyesinin kırıntısı dahi yoktur.
Fransız Deniz Kuvvetleri'nin en şöhretli muvaffakıyeti 1940 yılında ana karasının çoğu işgal edilince İngiliz Hava Kuvvetleri'nin Cezayir-Oran’a (Vahran) yakın Mersü'l Kebir limanındaki kuvvetlerinin tamamını imha etmesine (Almanların kontrolüne geçmesini engellemek için) göz yummasıdır!
İkinci Dünya Savaşı esnasında 1940-1944 yılları arasında varlık belirten Fransız Vichy Rejimi’nin bir propaganda afişi. Mersü’l Kebir bozgununa atıf yapılarak “Oran’ı Unutmayın!” yazılmış
Önümüzdeki günlerde, konjonktürün hararetine de bağlı olarak, Fransa, Doğu Akdeniz'e ilave gemi ve uçak gönderebilir. Hatta Yunanistan'ın sefil medyasında şimdiden "Fransa'ya bir deniz üssü verilebilir mi?" tartışması almış başını yürüyor.
Şayet Fransa böylesine "kitlesel" bir konuşlanmaya cüret eder ve gerek deniz gerekse de havadaki Yunan tacizlerini pervasızca meşrulaştırmayı, himâye etmeyi sürdürürse Yunanistan'la birlikte bedel ödemeyi göze almış olacaktır.
Tarih öyle cilvelidir ki, bir bakmışsınız bir gün Fransa yıllar evvel Akdeniz'in güney şeridindeki Mersü'l Kebir deneyiminin bir küçük benzerini 2020'li yıllarda bu defa Akdeniz'in kuzey şeridinde yaşamış!
"Olmaz" demeyin; şartlar bu şekilde zorlanır, Yunanistan baskıyı sırtlayamayacak raddeye gelir, Almanya da Fransız horozunun çatışmacılığından ve kibrinden yaka silkmeye başlarsa neler olur neler!
Velhâsıl Türkiye Cumhuriyeti Devleti hem tarihimizin hem de bağrında bulunduğumuz çetin jeo-stratejik koşullarının da ilhamıyla, vatan savunmasını mükemmelleştirmiş olmaya yakın bir pozisyondadır.
Fransa ise taarruza kalkmak, kıvrak askerî manevralar icra etmek ve dahi bütüncül bir gelecek tasarımında "oyun kurucu" olmak şöyle dursun, son 200 yıldır kendi vatanını veya "vatan" saydığı toprakları bir kez olsun doğru dürüst savunamamış ve eskinin nostaljisiyle kavrulan topal bir emperyalisttir.
Macron'un mülkiyet hakkını bile alamayacağı bir Avrupa Ordusu fantezisi uğruna yutamayacağı lokmayı ağzına alacak kadar toy bir siyasetçi olduğu aşikâr.
Üstelik kendi payıma çok da uzak olmayan bir gelecekte Macron'un ipinin bütün görkemi ve ihtişamıyla pazara çıkacağına inanıyorum.
Öyle ya, bir Napolyon edasıyla girişilen bu teşebbüsün sonunda kötü bir Sarkozy replikasına dönüşmek de olabilir…