1945'te kültür şehri Dresden'de taş üstünde taş bırakmayıp on binlerce sivilin üzerine fosfor bombaları yağdırmasıyla başlayan, ardından da Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atom bombası atıp 200 binden fazla insanı paramparça etmesiyle devam eden Amerikan emperyalizmin kırım makinesi şu satırların yazıldığı anlarda bile tam zamanlı olarak çalışmayı sürdürüyor.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 1945'ten bu yana burnunu nereye soktuysa orası târumar oldu.
Kore, Vietnam, Kamboçya, Afganistan…
Öyle ki, Irak'ın Felluce kentinde 2004'te ABD'nin kullandığı kimyasal silahlar bugün hâlâ kitlesel ölçüde saptanan anormal doğumların baş müsebbibidir.
İkinci Dünya Savaşı esnasında - ki altını çizmek gerekir, bir "dünya" savaşıydı - son tahminlere göre yaklaşık 60 milyon canın yitirildiği paylaşılıyor.
1945'ten günümüze (2021) ise "insan hakları", "demokrasi" ve "hürriyet" paravanlarının ardına gizlenen canavarlaşmış "özgür medeniyetin" öncüsü, bayraktarı konumundaki ABD'nin dünyada doğrudan (savaşlar, müdahaleler) ve/veya dolaylı (darbe ve terör sponsorluğu, ekonomik yaptırımlar ve ambargolar, iç karışıklıklar vb.) yoldan sebebiyet verdiği ölüm sayısı - sadece resmî istatistiklere göre - 30-35 milyon bandındadır.
Küresel çaptaki bu sürekli dramın mimarı olan ABD, dün (24 Nisan 2021) Biden yönetiminin ağzından 1915 Olayları'nı "soykırım" olarak niteledi ve tanıdı.
Tanımakla yetinmedi, tanıma metninde geniş kapsamlı bir vicdan çağrısında bulundu.
Vaktiyle Ebu Gureyb hapishanesinde işkencehaneler işleten, laboratuvarlarında Frankeştayn'lar üreten, sonunda da onları azgın cehennem köpekleri misâli insanlığın üzerine salan ABD "tarihin insaflı yüreğine" seslendi…
Dünyada sayısız vahşi terör örgütünün hamisi, sayısız sıradan ve seri katilin patronu, sayısız kitle imha endüstrisinin işletmecisi ve sayısız gaddar kuklanın yegâne oynatıcısı ABD'nin sesi bu.
Yayımlanan metinde yalnızca sözde "soykırımı" tanımak yok. Aynı zamanda sözde "soykırımın bir daha asla tekrarlanmamasını garanti etmek için" hususî bir vurguya başvuruluyor.
Olmayan, olmamış bir şeyin tekrarlanmasının mevzubahis olamayacağı açık elbette. Ancak burada daha farklı, sinsi bir nüans var.
Burada Türkiye'nin Dağlık Karabağ'da Azerbaycan ile el ele vererek ilk perdesini sahnelediği "Türk asrı"nın hedefe oturtulması var.
Burada Türkiye'nin son yıllarda üstün bir başarıyla sevk ve idare ettiği terörle mücadele faaliyetlerinin üzerinde Demokles'in Kılıcı'nı sallamak var.
Velhâsıl burada Türkiye'nin topyekûn doğusunu ilgilendiren ve ilerleyen dönemlerde bir "tezgâh senaryo" vasıtasıyla pratiğe dökülmek istenilebilecek bir komplo kokusu var.
Bazı çok aydınlanmış aydınlarımız "amma yaptın" diyebilirler.
Varsın desinler.
Yakın tarihimiz, ondan önceki yıllarda "konspirasyon" etiketiyle aşağılanmaya çalışılan sezgilerin doğrulanması tarihidir.
Hâl böyleyken, ilk işaret fişeği Kuzey Suriye'de atılması muhtemel olan, akabinde ise Doğu illerimizde teröristler marifetiyle 6-8 Ekim Olayları ile hendek terörünü andıran bir çalkantı yaratma teşebbüsüne karşı devletimizin bütün kol ve şubeleriyle uyanık kalması elzem görünmektedir.
Nitekim ABD Başkanı Joe Biden'dan bile evvel Türkiye'de malûm çevrelerin sözde "soykırım" çikletini ağızlarını şapırdatarak çiğnemeleri dikkate değerdir.
Metindeki bir diğer puslu noktayı "Konstantinopolis" ayrıntısı teşkil ediyor.
Elbette bu vurgu da masumiyetten uzaktır.
Bugün ABD gibi bir süper-emperyalistin İstanbul'a Bizans İmparatorluğu'ndaki adıyla "Konstantin'in şehri" şeklinde işaret etmesi alenen Türkiye'nin ulusal egemenliğini çiğneme niyetidir.
Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesine "gecikmiş" bir misillemenin yanı sıra bugünlerde Doğu Akdeniz'de ete kemiğe bürünen "anti-Türkiye" cephesinin ana bileşenlerinden bağımsız düşünülemeyecek bir hamledir.
Bu anlamda "Konstantinopolis" kılçığı anti-Türkiye'nin en önde gelen iki cılız ve fakat müthiş kullanışlı bileşeni Yunanistan ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne (GKRY) Doğu Akdeniz'deki güç mücadelesinde daha etkin bir sembolik anlam kazandırmanın girişimi şeklinde okunabilir.
ABD'nin 1915 Olaylarına "Ermeni Soykırımı" demesi yalnızca sözde "soykırımı tanımak" değildir, bunu idrâk etmemiz şarttır.
"Soykırım" tanımı beraberinde tanımın kendisinden süzülen ve ilk aşamada üzerinde çokça durulan gelecekteki olası tazminat-toprak taleplerine ilaveten ciddi bir jeo-stratejik mühendisliği de kapsamaktadır.
Ne olursa olsun, ABD'nin aldığı bu siyasî karara Türkiye mukabele etmelidir. Bu hadise, salt kınama mesajlarıyla geçiştirilebilecek bir hadise değildir.
Gündelik yahut göstermelik bir cevap, hatta cevap bile sayılmayacak bir cevap, önümüzdeki süreçte Türkiye düşmanlarını cesaretlendirmekten başka bir işlev görmez.
ABD Başkanı Joe Biden'ın 1915 Olayları'na "soykırım" demesi şanlı Türk tarihine zerrece leke sürmez, süremez.
Kaldı ki ne Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne de Türk milleti her 24 Nisan'da bilhassa Batı âleminden yükselen sahte insaf diktelerine muhataptır.
Meselenin tarihî/hukukî boyutu bir yana üzerinde yoğunlaşmamız icap eden esas boyut, siyasî boyutudur.
"Kim demiş/dememiş", önemli değil.
Önemli olan "neden şimdi?", "nasıl?" ve "niçin?" sorularına getirilecek doyurucu yanıtlardır.
Her halükârda bir gerçeği görmemiz lazım: Türk milleti nezdinde artık "Amerikan defteri" tamamen kapanıyor.
Adımlar bu gerçeğe göre atılmalı.
Ve bitirirken son bir not: Türkiye'de ABD ne yaparsa yapsın onu en baştan sineye çekmeye, kendince törpülemeye ve hafifletmeye hazır cüsseli bir "aydın" kastı mevcut.
"Millî entelijansiya" eksikliği bahsi de ayrıca irdelenmeyi hak ediyor doğrusu.