Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un 2 Ekim 2020 tarihinde yaptığı "ayrılıkçılıklar" temalı konuşması hem Fransa'da hem de Türkiye başta olmak üzere dünya kamuoyunun geri kalanında büyük bir yankı uyandırdı.
Çoğunlukla "İslâm dini bütün dünyada krizde" başlığı/manşeti üzerinden görülen konuşmanın ana metnine dikkatlice bakıldığında aslında Macron'un ajandasının ne olduğunu yorumlamak nispeten kolaylaşıyor.
Şüphesiz ki Macron'un söz konusu levhaya bu üslûp ve bu zamanlamayla parmak basmış olması birçok farklı yönden şaşırtıcı değildir.
Gerçekten de Macron'un ülkesinde milliyetçiliğin yükselişini engellemeye çalışmak adına belirli bazı eksenler düzleminde bir nevî "milliyetçilik yarışı" sürdürdüğü aşikârdır.
Bu anlamda Macron aslında Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin 2007 seçimleri öncesinde benimsediği kampanya stratejisinin bir benzerini içselleştirmiş görünüyor.
Sarkozy vaktiyle milliyetçiliğin mücadele gücünü ete kemiğe büründüren konu başlıklarında "katı" bir duruş sergilemiş, dilini bu siyasî hesaba göre kurgulamış ve başarı sağlamıştı.
2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Jean-Marie Le Pen'in liderliğindeki eski Ulusal Cephe yüzde 10 bandına kadar gerilemiş, partinin tabanı ve dahi sempatizanları deyim yerindeyse Sarkozy tarafından adeta "öğütülmüştü".
Ne var ki, hatırlanacağı üzere, Sarkozy 2012 yılındaki seçimleri François Hollande'a kaybetmiş ve iktidarını ikinci bir dönemle taçlandıramamıştı.
Bugün görünen odur ki, Sarkozy'nin içinde ukde kalan "ikinci dönem" Macron'un eliyle canlandırılıyor ve pratiğe aktarılıyor.
Macron'un Sarkozy'yle yakinen telefonlaştığı ve görüştüğü bir sır teşkil etmiyor. Fransız basını hepsini yazıyor, çiziyor.
Dolayısıyla Macron'un güncel siyasetini, hele ki İslâm ve Müslümanlar bahsiyle alakalı siyasetini, doğru okuyup anlamlandırabilmek adına Sarkozy'nin attığı temelleri anımsayarak çözümlemeliyiz.
Sarkozy, henüz 2003 yılında İçişleri Bakanı görevindeyken, Fransa Müslümanlarının bir temsil merciine ihtiyaç duydukları gerekçesiyle bugün de fevkalade faal olan "Müslüman İnancı Fransız Konseyi"ni ("Conseil français du culte musulman" – CFCM) kurdurdu.
CFCM'nin iç bünyesinde çoğulcu bir yapısı var ve Fransa Müslümanlarının önemli bir kısmının taleplerini karşılayabiliyor.
Ancak buradaki önemli etken ve aktör CFCM değil.
Dikkatimizi yoğunlaştırmamızı icap eden nokta 2016 yılında hayat bulan "Fransa İslâm'ı Vakfı" yani "Fondation de l'Islam de France" (FIF) adlı kuruluştur.
Aslında 2016 yılının kuruluş yılı olduğu tespiti tam olarak gerçeği yansıtmıyor, zira vakfın doğrudan bir halefi vardı.
FIF'in halefi 2005 yılında Dominique de Villepin'in başbakanlığındaki hükûmet tarafından (ki Sarkozy o yıllarda bu hükûmetin ikinci adamıydı) kurulan "Fransa İslâm Eserleri Vakfı"dır ("Fondation des oeuvres de l'Islam de France" – FOIF).
İlginçtir, söz konusu vakfın "patronajını" 2018 yılında vefat eden büyük sanayici Serge Dassault üstlendi. Gerçekten de Dassault, vakıf kurulur kurulmaz 2 milyon avroyu "şak" diye hibe ediyor örneğin.
Peki, kimdi bu Serge Dassault?
Bilmeyenler için söyleyelim: Fransa'nın "Rafale" ve "Mirage" adlı savaş uçaklarının üretici Dassault Grubu'nun vârisi ve başkanıydı.
Dassault ayrıca Sarkozy'nin gönüllü bir destekçisi ve sarsılmaz bir koruyucusuydu.
2016 yılında bir kararnameyle "kamu yararına sahip statü" etiketiyle inşa edilen FIF ise hem Dassault'un başlangıçta FOIF'e bağışladığı 2 milyon avroluk tutardan geriye kalan 950 bin avroyu devraldı hem de dönemin Hollande hükûmetinin 1 milyon avroluk ilave desteğine mazhar oldu.
Tam bu evrede Sarkozy'nin kendi iktidarında "Fransa'da İslâm değil, Fransa İslâm'ı" formülünü hatırlamakta fayda olduğu kanısındayım.
Zira burada vakfın "yeni" adında yer alan "Fransa İslâm'ı" vurgusu keskinlikle tayin edicidir.
Nedir "Fransa İslâm'ı"? Yahut ne olsun istenilmektedir?
Macron, 2 Ekim'deki konuşmasında bu doğrultuda bir "açımlama" mahiyetinde (her ne kadar "Fransa İslâm'ı" tanımlamasına atıfta bulunmamışsa da) medyamızın gözünden kaçan bazı detaylar verdi aslında.
Ne dedi Macron?
Müslüman Fransız vatandaşlarımızın İslâmcı ayrılıkçılığa karşı başlattığımız bu cumhuriyetçi kavgada yer almak için seferber olacaklarına dair güvenim tamdır. Dahası, bir Aydınlanma İslâm'ı kurmaya yönelik organize olacaklarına da güveniyorum. Elbette İslâm'ı şekillendirmek devletin vazifesi değildir ancak buna imkân sağlamalı ve destek sunmalıyız.
Beliren "nasıl?" suali ise bizi doğrudan FIF'e başvurmaya davet ediyor. Davet ediyor çünkü sürecin ideolojik avangardının bu odak olacağa benziyor.
Başka bir deyişle, Macron'un ima ettiği "imkân" ve "destek" unsurlarının FIF'in şahsında toplanıp billurlaşabileceği çok açık.
Gelin, şu meşhur FIF'i biraz daha didikleyelim.
FIF'in mevcut başkanı Cidde doğumlu Cezayir asıllı Ghaleb Bencheikh. Bencheikh'in 2018 yılında bu makama seçilmesine CFCM karşı çıktıysa da sesini kâfi derecede duyuramadı.
Aynı Ghaleb Bencheikh hâlihazırda vakfın başkanı olmasının yanı sıra bir de Fransız Millî Eğitim Bakanlığı dâhilindeki "Laiklik Bilgeleri Konseyi"nin ("Conseil des sages de la laïcité") üyesi.
Yani kendisinin devlet aygıtıyla doğrudan bir ilişkisi, irtibatı, velhâsıl resmî ve yerleşik bir iş birliği var.
Peki, Bencheikh hangi görüşleri savunuyor?
Fransa'da haftalık yayımlanan Marianne adlı derginin 2019 Ocak sonu sayısında verdiği mülakatta başörtüsünün "kadının insanlık onuruna kastettiğini" paylaşmış, başörtüsünün kadınlara "Humeyni'nin İslâm İnkılâbı" ile "reaksiyoner Vehhabîliğin" atılımları neticesinde zorla "dayatıldığını" iddia etmişti.
Aynı söyleşide Ghaleb Bencheikh, Macron'un geçtiğimiz günkü konuşması çerçevesinde vurguladığı "imamların Fransa'da yetiştirilmesi" meselesine de değinmiş, imamların İçişleri Bakanlığı'ndan onay almalarının zorunlu hâle getirilebileceğini ve vakfının bu perspektifte imamları yetiştirebileceğini belirtmişti.
Keza Bencheikh kadınların karışık cemaatlere imamlık işlevini ifa edebileceklerini ve dahi etmekten kaçınmamaları gerektiğini söylüyor mesela.
Hâl böyle olunca, kadınların ve erkeklerin aynı safta namaz kılabileceklerini ve bunda bir sakınca bulunmadığını ifade ediyor. Üstelik bu istikamette inisiyatif alan kimilerini de bizzat vakıf aracılığıyla himâyesine alıyor.
Eşcinselliğin Kur'an'da -kendi deyimiyle - "ne yazık ki mahkûm edildiğini" ilave eden Bencheikh'in tüm bunları "fizikçi" kimliğiyle söylemesi ise bambaşka ufuklara yelken açıyor.
Yukarıda sıralanan tespit ve teklifleri bir âlim yapsa, söylenenlere "polemik" boyutunu aşarak kulak kabartmayı belki "bir nebze" kolaylaştırabilirdi.
Oysa Bencheikh'in kuşandığı zırh "seküler bir ideoloğun" zırhı olunca, bu ihtimal en baştan bütünüyle imkânsızlaşıyor.
Görüldüğü üzere, Bencheikh açısından herhangi bir Şii-Sünni ayrımı hükümsüzdür.
Ghaleb Bencheikh, farklı ve hatta birbirine pek çok açıdan zıt mezhep ve ekollerin bile üzerinde ittifak ettiği asgarî şartları bir devletin lehine kendi kısıtlı "bilgisince" değiştirmek ve düzenlemek için laiklik prensibini tersyüz ederek manipüle ediyor.
Kısacası Bencheikh, nüvesi Fransa'da bulunacak bir çeşit "İslâm'da sivil bir İkinci Vatikan Konsili" tahayyülüne -ki böylesi bir tahayyül başta Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere Körfez'den finansman da alabilir- sahip bir profil çiziyor.
Nitekim Fransa'da bu kıvamdaki çağrılarda ciddi anlamda bir artış kaydedildiğini not olarak düşmek lazımdır.
2018 yılının Nisan ayında 250 Fransız figürün imzaladığı ve Le Parisien gazetesinde yayımlanan "yeni antisemitizme karşı manifesto" vasıtasıyla "İslâm'da reform" taleplerini dile getirmiş, "Fransa İslâmı'nın" bu hususta öncü olmasını istemişlerdi…
Sonuç olarak öyle zannediyorum ki Fransa'da aklı başında bütün siyaset çevreleri -her şeye rağmen Fransız ulusunun bağrında hâlâ çürüyen ana akımın haricinde kalabilen sağ ve sol unsurlar çoktur- bu politikanın yanlış ve bilhassa tehlikeli karakterini rahatlıkla değerlendirebilecektir.
Fransa elbette egemen bir devlet olarak kendi sınırlarında yaşayan Müslüman vatandaşlarından - diğer vatandaşlarından olduğu gibi - yasalara kesin bir tarzda riayet etmelerini bekleyebilir ve bu anlamda adımlar atabilir. Kimse de itiraz edemez; meşrudur ve haklıdır.
Ancak iş bu vatandaşların inancına, ibadetine, dinine devlet planlamasıyla müdahale etmeye varırsa o zaman dünyadan geniş çaplı itirazların fışkırması da kaçınılmaz olur.
İlaveten, De Gaulle'lü yıllardan kalan pragmatik Fransız devlet aklının - geride kırıntıları bile kaldıysa - bu derece "kritik" bir tasavvura ilanihaye müsamaha göstermeyeceğini düşünüyorum.
En nihayetinde ise esas mesele, bu ve diğer sorunlarda, böylesi hamlelerin somuttaki izdüşümleri çoğalırsa veya çoğaldığında, daha önce Avrupa geneli kapsamında birçok makalemde altını çizdiğim üzere, Fransa özelinde de doğru muhataplarla adil bir diyalog geliştirip geliştiremeyeceğimiz hususu seviyesinde düğümleniyor.
Güç, evet. Konvansiyonel diplomasi, evet. Ama en önemlisi de kamu diplomasisi…
Umarım dört başı mamur, gerçekçi ve menfaat odaklı planlamalar şimdiden yapılıyordur veya yapılmıştır…