Bir müstemlekede doğmuş ve büyümüş insan bunun farkına varabilir mi? Varamaz çünkü eğitimine, kendisine ezberletilmiş ‘müstakil marşı’ ile başlar, hayatı boyunca bütün önemli toplantılarında bunu ezbere okur. Özellikle hürriyetini kaybettiği zindanda bu marşın ezberlenmemiş kıtaları da ezberletilir ve okutulur. Bu bir ironi gibi görünse de gerçek böyledir.
Müstemleke insanı, kendisini dünyanın en müstakil ülkesinde sanır, diğer ülkelerin de kendilerini örnek almasını bekler. Bu hal onun hâlet-i ruhiyesine de iyi gelir. Narkozlanmış beyniyle tıpkı eşeğin ayağının oluşturduğu bataklık çukurunda göllenmiş eşek idrarında yüzen saman çöpüne konan sineğin; idrar birikintisini derya, saman çöpünü gemi, kendini de kaptan-ı derya sanması gibi kendisi ile gurur duyar.
Müstemleke insanı, zalim bir ağanın çiftliğinde sabahtan akşama kadar (afedersiniz) eşek gibi çalışan işçinin ürettiklerinin babasına ait olduğunu sanan çocuğu gibidir. Çocuk babası ile konuşurken çiftlikteki traktörlerden traktörlerimiz, hayvanlardan hayvanlarımız ürünlerden ürünlerimiz diye bahseder. Doğal olarak hasılatın da kendilerine ait olduğunu sanır.
Müstemleke insanı, kendisine imal ettirilen silahların namlularını kendisine döndüğünde dahi uyanmaz. Çünkü başına gelenlerin gerçekliği ile yüzleşmek ona çok ağır gelir. Kendi emek, sermaye ve gücü ile kardeşlerinin, amca çocuklarının, kuzenlerinin öldürülmesi, onların can havli ile direnmelerini ya görmezden gelir ya da bunun bir tiyatro olduğuna kendini ikna etmeye çalışır. Zira acı gerçekler onun sadece konforunu değil ahlakını da bozar. Bir müddet sonra iyice ahlaksız ve karaktersiz bir yapıya dönüşür çiftliğin çalışkan amelesinin çocuğu. Bu gerçeklikle yüzleşmemek için kuzenlerinin kardeşlerinin bir an önce hayat sahnesinden silinmesini ya da kendisi gibi gerçeklere sırt çevirmelerini ister.
Bu müstemleke de olan bitenin farkına varanlar yalnızlık çeker, yabancılık çeker. İşgal altındaki topraklarına “vatanım” deyip diyemeyeceklerini çözemezler. Evet, bu vatan onlara ecdattan kalmış, orda doğup büyümüşler, kan ve can vermişler ama şimdi vatan onlara zindan olmuş. İşgalci aleyhine konuşmak işgalciyi rahatsız ve tedirgin etmek vatan hainliği sayılıyor. Şimdi bu vatan kimin!?
Müstemlekede narkozun etkisinden çıkan insanlar üretilen silahlarla herkes gurur duyarken kaygı duyarlar. Çünkü bu silahların düşman ordularının da envanterine dâhil edildiğini görürler. Günün sonunda kendisine yönelecek namluların üreticisinin de kendi ülke insanı olması utanç vericidir.
Müstakil ülke insanı müstemleke insanına kendi topraklarında zalimlere köle gibi çalışmasından dolayı acırken, kendisine faydası olamayan üretimi arttırma çabalarını ahmakça nitelerken; müstemleke insanı da müstakil ülke insanını savaş çıkararak ürettiklerini satamaz hale getirmekten, dünyanın efendileriyle sürtüşmek yoluyla sürekli yara bere içinde kalmasından rahat bir hayata kavuşamamasından dolayı aptallıkla suçlar.
Bir tavuk, bir kartala:“Neden hep yükseklerde yalnız uçarsın? Kümes hayatına razı olursan seni besleyen biri çıkar. Yemin, suyun önüne gelir. Kümes her türlü yırtıcıya karşı güvenlidir. Köpekler bizi tilkilerden korur...
Kartal: "Yükseklerde uçtuğumda onurum ve şerefim de benimle yükselir. Hiç kimsenin onurumu çiğnemeye gücü yetmez! Sana yem verenlerin günün sonunda seni ve yavrularını kendilerine yem ettiklerini görmüyor musun?
Tavuk:"Sen anlamsız ve boş şeyler söylüyorsun, Şerefmiş, onurmuş, haysiyetmiş... Bunlar için bu kadar tehlikeyi göze almaya değer mi?
Şahin:"Sen de haklısın! Kümeste doğmuş büyümüş biri olarak beni anlayamazsın."
Hâsılı kelam, müstemleke insanı tasmasıyla bağlı köpek veya kümesteki tavuk; Müstakil ülke insanı, dağlarda aslan veya göklerde kartal gibidir. Birbirlerine tamamen yabancıdırlar.