Arpaçay iki çayın birleşmesiyle oluşur. Çıldır Gölünün fazla sularını boşaltan Çıldır Suyu bunlardan biridir. Diğer kolu Ermenistan'daki Arpagel Gölünün gideğenidir. Bu iki kol Başgedikler köyü yakınlarında birleşir. Gümrü'nün batısında Şuregel yaylasında Kars çayı ve Karahan Çayı, Arpaçay’la birleşir. Ermenistan sınırını oluşturarak güney yönünde akışını sürdürür. Bu arada Digor Çayı ve Başgedik Deresini bünyesine katar. Tuzluca- Halıkışlak arasında Aras Nehri ile birleşir.
Aras Nehri, bundan sonra daha da güçlenir. Aras Irmağı’nın önemli bir kolu olan Arpaçay, ilin doğusunda, Ermenistan sınırını oluşturacak şekilde akar. Sınır boyunca aktığından il toprakları için yalnızca kolları aracılığıyla önem taşır.
Arpaçay’ın sağında Halıkışlak Köyü, solunda ise Ermenistan sınırında eski Türk yerleşim yeri olan “Hacı Bayram” Köyü bulunmaktadır. Ermeniler bu köyün adını değiştirerek “Bagaran” ismini koymuşlardır. Türkiye-Ermenistan sınırının en yakın yeridir Halıkışlak köyü. Ermenistan sınırında bulunan bu köyde 1988 Yılına kadar Azerbaycan Türkleri çoğunlukta yaşarlardı. Ancak bu tarihten sonra Ermeniler köyde yaşayanlara zulüm ve işkence yapmaya başlamışlar. Köylüleri Sibirya taraflarına sürmüşler. Çoğunu işkenceyle öldürmüşlerdir. Köyde bulunan yaşlılardan dinlediğim olaylar gerçekten kanı donduracak nitelikteydi.
Sabah karanlığında köyü boşaltmak isteyen Ermenilerin baskısına direnip Arpaçay’dan karşıya (Türk sınırı) geçmek isteyen 15 yaşlarında bir kız çocuğu Arpaçay’ın tam ortasında Ermeniler tarafından vurulmuş. Adının Nazlı olduğu söylenen bu kız, kurşun yarasını aldıktan sonra bir taşa tutunmuş ve imdat istiyormuş. Köylülerden biri bu feryada dayanamamış Arpaçay’a koşmuş kızı kucağına almış karşıya geçerken Ermenililer kurşun yağmuruna tutmuşlar. Nazlı ve köylü Arpaçay’ın akıntısına kapılıp kaybolmuşlar.
Ermeniler Arpaçay’a “Ahuryan” ismini vermişlerdir.
Arpaçayı derin olur,
Ahar sular serin olur.
Arpaçayın sahilleri,
Ner iğitler yeri olur.
Arpaçay, denilince yörede “Apardı Seller Saramı” isimli hikâye ve türkü gelir. Iğdır, Kars ve Azerbaycan yöresinde çalınıp söylenen güzel ve o kadar da hüzünlü bir hikâyesi vardır.
İşte Hikâye:
“Ölüm kanatlarını Gülnara Hanımın üzerine gerdiği zaman O, kocası Sultan Beyi yanına çağırdı, kucaklayıp gözlerinden öptü. Ben gidiyorum dedi. Günlerine gam, keder katma. Bu koca dünya ezelden beridir böyledir. Biliyorum gençsin evleneceksin Amma kızım Sara’mdan mukayyet ol. Koyma üvey ana sitemi çeksin. Eğer Saram hoş baht olsa kabrime gel bana söyle.
Sultan’ın derdi büyük oldu. Saçlarına ak düştü. Lakin o evlenmedi. Gönlünü eşi Gülnara’nın yadigârına bağladı.
Sara’nın süt anası anlı “gaşka bir ceylan” oldu. Baba, kızını kimseye bırakmadı. Arkasına bağlayıp koyun otlattı. Dağ güllerinin arasında yatırdı. Sara, ceylan sütü eme eme, kayalar arasında kaynayan turnagözlü bulaklardan su içe içe büyüdü. Nazlı bir sona oldu.
Dağlar onun güzelliğine hayran kaldı. Çiçekler ona gıpta etti. Âşıklar hüsnüne destan yazdılar. Ünü ellere yayıldı. Yiğitler derde düştü. Ay, dağlar arasında boylanarak ona baktı. Meftun olup verem oldu. Güneş onu görmeye telesti. Lakin rengi sarardı. Sultan Beyin derdi gitti, gönlü güldü.
Sara Yiğitlere yoldaş, kuşlara sırdaş oldu. Yarışlarda ad açtı, ok atmada taysız kaldı. Güneylerde oturan oba gocaları, eşsiz güzeldir dediler. Yiğitler ona vurgundu. Sara kız onların içinden Hançoban’ı seçti. Yiğitler çadır diktiler, içini pars kürkleriyle süslediler. Meclis kurup âşıkları çağırdılar. Hançoban’a toy tuttular. Güneşten aşk emen hoş günler başladı.
Ay doğdu el yaylaya göçtü. Hançoban sarp bir kayanın başında oturup kaval çalardı. Yamaca yayılmış koyunlar başlarını sallayıp onu dinlerlerdi. Muğan güzeli dağa çıkıp Hançoban’a yanaştı. Boynunu büküp yiğidine baktı. Bakışları hasret doluydu. Ay, onun kederli yüzüne solgun bir nur çiliyordu. Çoban çalıyordu, Sara’nın yanaklarından yaşlar süzülürdü. Sara, kolunu Hançoban’ın boynuna doladı, başını sinesine koydu.
Hançoban sordu: Sana ne oldu gülüm. Kız başını kaldırdı yana yana sevgilisine baktı. Sen yaylaya gidiyorsun azizim. Bu ayrılık bana çok zor geliyor. Sanki biz bir daha görüşemeyeceğiz. Han çoban güldü. Sen dert çekme gülüm sana dağ gülleri ile beslenmiş kuzular getireceğim. Han çoban koyunları toplayıp Yaylaya gitti. Sara Babası ile Muğan’da kaldı…
Yaz gülleri dereceklerdi, sümbüller biçeceklerdi. Lakin bir gün hava tutuldu. Güneş bulutlar arasında gizlendi. Araz “gan gan” dedi. Yad ellerden bir şah doğma yurtlarına baskın yaptı. Yolu Muğan’dan geçti. Arpaçay kenarında bir peri gördü. Ey güzel dedi Sen kimin kızısın? Sara; gururla ben Sultan’nın kızıyım dedi. Şah emir verdi Sultan’ı getirdiler. Şah Sultan’dan kızını istedi. Sultan, yüreğinden vuruldu. Ey Şah dedi Onun nişanlısı var. Şah, ben sana dünya malı ne istersen veririm dedi. Sultan acı acı güldü. Ey Şah dedi. Dünya malı Şahlara lazımdır. Bize bu çöller de yeterlidir. Şah gazaplandı ve kızı almalarını emretti. Sara’nın dudaklarından acı bir nida koptu. Baba! Baba!..
Balası vurulmuş bir aslan gibi kıvranıp yerlerde süründü. Yüreklere od salan o yaralı ses bir daha duyuldu. Baba!
Bu zaman gökler gürledi. Yıldırımlar çakarak koca dağın tepesini parçaladı. Sular kayalara çarparak hiddetle seslendi. Muğan titredi. Onun güzeli gidiyordu. Tabiatın kudreti babaya galibiyet yolunu gösterdi. O elini kaldırarak durun dedi Şah’a bir sözüm var. Herkes durdu. Sara koşarak babasına gelmek istedi, ancak ayağı kayarak köprüden aşağıya uçtu. Arpaçay’ın sularına gömüldü. Sular öz dostunu bağrına bastı ve hızlıca aktı…
Günler geçti oba kızları dağlara doğru uçan kuşlara bakarak şu türküyü okurlardı.
Gedin deyin Hançoban’a,
Gelmesin bu il Muğan’a
Muğan batıbtır algana,
Apardı seller Sara’nı,
Ve bir türkü oluştu dillerde: Apardı Seller Saramı!
Arpaçay'ı aştı taştı
Sel Sara'mı aldı gaştı
Sara gözel kalem kaştı
Apardı seller Sara'mı
Bir ala gözlü balamı
Yüz atlıydık çıktık düze
Bıçak batsın yaman göze
Sağrı başmağ suda üze
Apardı seller Sara'mı
Bir ala gözlü balamı
Arpaçay'ı derin olmaz
Akan sular serin olmaz
Sara kimi gelin olmaz
Apardı seller Sara'mı
Bir ala gözlü balamı
Arpaçay'ı meni aldı
Apardı deryaya saldı
Cilvodarım dalda kaldı
Apardı Seller Sara'mı
Bir ala gözlü balamı
Men bu bağa girmemişem
Gonca gülü dermemişem
Men Sara'mı görmemişem
Apardı seller saramı
Bir ala gözlü balamı
Şimdi olduk günü kara
Derdimize yohtur çare
Sara hasret kaldı yâre
Apardı seller sara 'mı
Bir ala gözlü balamı
Kaldı bu sinemde dağın
Öldürdü meni ferağın
Oldu kara tay otağı
Apardı seller Sara'mı
Bir ala gözle balamı
Adaklın gözler yolunu
Boynuna salsın kolunu
Su aldı sağ-ı solunu
Apardı seller Sara'mı
Bir ala gözlü balamı
Düyünü döktüm kazana
Gaynadı kaldı azana
Ne deyim Allah yazana
Apardı seller Sara'mı
Bir ala gözlü balamı
Gedin deyin Han Çoban'a
Gelmesin bu yıl Muğan'a
Muğan batıp kızıl kana
Apardı seller Sara'mı
Bir ala gözlü balamı
Ünlü şair Halil Riza ULUTÜRK, Apardı Seller Saranı şiirine karşılık olarak yazdığı bir şiirde şöyle seslenmektedir.
Yoh, bunu görmeyin Arpa Çayı’ndan,
Kim deyir Sara’nı seller apardı.
Şehanşah bağından Gış Sarayından,
Yurduma uzanan eller apardı.
Süngüler kalpleri delip geçende,
Kansız cellâtların kalbi mi yandı?
Aras dağlarından gelip geçende,
Gördü ağ şanımı ağzı sulandı….