Hangi Merceiyet, Nasıl Velayet, Biz Bunun Neresindeyiz?

Nureddin Şirin 2.05.2023 08:20:21
Geçen yazımızda "YANLIŞ VE DOĞRU HATLAR ARASINDA VELAYET ve MERCEİYET" başlığı altında, Merceiyet ve Velayet kavramlarına ilişkin ön bir değerlendirmede bulunmuştuk. 

Velayetin Kur'an'daki anlamları üzerinden gidecek olursak şu hususları görürüz:

1- Allah'ın, Resulünün ve İmamların Velayeti
2- Veliyy-i Emr'in ümmet üzerindeki velayeti
3- Müminlerin birbirleri ile velayeti

اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ

"Sizin veliniz Allah'tır, O'nun Resulüdür ve namazlarını kılan ve rükü halinde zekat veren müminlerdir." (Maide 55)

وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟

"Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır." (Maide 56)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ 

"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; Resule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de." (Nisa 59)

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe 71)

Allah'ın, Resulünün ve İmamların Ümmet üzerindeki velayetinin ne anlama geldiği uzunca bir konu olmakla birlikte, şu kadarını belirtmek gerekir ki, müminlerin üzerinde yetki, egemenlik ve otorite sahibi ancak Allah ve Resulü'dür. Bir de Allah ve Resulü'nün izinde müminlere önderlik eden mercilerdir. 

Dolayısıyla tekrardan adını koyacak olursak: 
Alla'ın velayeti, Resulüllah'ın velayeti, İmamların velayeti, emir sahiplerinin velayeti ve müminlerin birbirleriyle olan velayeti. Bu velayet sıralaması hep birbirinin sonucudur: 

Diyebiliriz ki: ALlahu Teala'nın üzerimizdeki Velayeti bizi Resulüllah'ın velayetine taşır. Resulüllah'ın üzerimizdeki velayeti bizi İmamların velayetine taşır. Allah'ın, Resulünün ve İmamların velayeti de bizi "veliyy-i emr" olan mercilerin velayetine taşır. 

Bu velayet hattının hepsinde müminlere düşen birinci görev, "itaat"tır. Allah'a itaat. Resule ve İmamlar'a itaat. Emir Sahipleri'ne (Veliyy-i Emr'e) itaat. 

Hz. Resul-i Ekrem (sav) Gadir-i Hum'da "Ben kimin Mevlası isem, Ali de onun Mevlasıdır" buyururken, müminlere sadece bir sevgiyi, bir dostluğu öğretmedi ve hatırlatmadı. Hz. Resulüllah'ın bu beyanı, İmam Ali'nin bütün müminlerin üzerinde bir yönetici, bir otorite, bir lider olduğunun ilanı idi. Çünkü "Mevla" kelimesinin anlamı bu hususları da içine alıyordu. Gadir-i Hum, İslam Ümmeti için evrensel bir siyasi liderliğin ve model olarak İslami bir hükümetin adını koymaktı. Gadir-i Hum, İslam Ümmetine kesintisiz bir velayet hattını öğretmekti. Gadir-i Hum, İslam Ümmeti'ni İmam-Ümmet ilişkisinin çercevesini ve esaslarını çizmekti.

Dolayısıyla Sadr-ı İslam'dan bu yana İmam Ali ile birlikte VELAYET kavramını bir liderlik ve otorite, bir egemenlik ve yönetim, bir yetki ve hüküm denklemi ile birlikte ele almak durumundayız. Aksi takdirde, İmam Ali'yi İmam Ali olmaktan çıkartır, Gadir-i Hum'un maksadını da aradan kaldırmış oluruz...

Rahmetli İmam Humeyni Gadir-i Hum bahsini, sürekli "Hükümet-i İslami" esası üzerinden ele alır ve sunardı. Gadir-i Hum dolayısıyla yaptığı bir konuşmada "Hükümet-i İslami'ye kail olmayanın kıldığı namaz batıldır" diyen İmam humeyni, İmam Ali'nin velayetinin ilanını, Hükümet-i İslami'nin deklere edilmesi olarak göstermiştir. 

İşte İlahi hüküm, İmam Ali'nin velayeti üzerinden İslam Ümmetini böylesi bir velayet eksenine taşımıştır. Bu durumda İmam Ali'nin Velayeti ile İslam Ümmeti arasındaki bağ, aynı zamanda Velayet sisteminin merkezindeki otorite, egemenlik ile de bağ kurmayı gerektirir. Bu bağ da "hükümet-i İslami" ile olan bağdır...

Kur'an'ın ve Hz. Resulüllah'ın bir müjdesi olan İslam İnkılabı VELAYET mücadelesinin bir semeresi ve bereketidir. İslam İnkılabı, Kur'an ve Resulüllah'ın inkılabıdır. Ali ve Hüseyn'in inkılabıdır. 

İslam İnkılabı'nın zafere ulaşmasının ardından VELAYET'in artık bir "Medine"si olmuştur. Bu "Medine" sadece İranlı müslümanların, ya da Farsların Medine'si değil, "Ümmetin Medinesi"dir. ve bu Medine bütün müslümanlar için bir "Ummu'l Kur'a"dır. 

Eğer bugün birileri alim veya molla sıfatı altında  önümüze çıkıp da VELAYET'ten söz edip "Müslümanların Medine"sini ve Velayet Kalesi'nin liderini gözardı ederse, Velayet'in anlamlarını tahrif ediyor demektir. Zira Velayet bugün bir kutlu inkılab, azametli bir nizam ve muzaffer bir mukavemet ile kaimdir ve elindeki bayrak da Resulüllah ve Emirilmümin'in bayrağıdır. VELAYET-İ FAKİH'in manası da budur, izahı da budur.

Günümüzde "VELAYET" hatırlatması ve vurgusu yapanlar, eğer bu manaya işaret ediyorlarsa hakikate işaret ediyorlar demektir. Aksi halde, VELAYET'İN MEDİNESİ'nin ve VELAYET-İ FAKİH'in üzerini örtüp farklı adreslere yönlendirme yapıyorlarsa, hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, orada Allah'ın, Resulü'nün ve İmam'ların velayetinden bir uzaklaşma sözkonusudur.

Bizim İslam İnkılabı ve Direniş Cephesi ile olan bağımızın dayanakları budur. VELAYET ile olan bağımızın seyri ve istikameti de budur. 

Buradan hareketle şu noktaya özellikle dikkat çekmek gerekir ki, VELAYET'İN MEDİNESİ ile olan bağ da, bir ülke bağı, bir kavim bağı, bir soy ve aşiret bağı değildir. Bu bağ, Allah'ın, Resulünün ve İmamların üzerimizdeki velayetinden kaynaklanan bir bağdır, bu bağı boynumuza koyan Allah'tır, Resulü'dür ve İmamlarımızdır....

Bugün müslümanlar arasındaki ulusal/etnik sınırlar tamamen yapay ve arızi sınırlardır. Bugün pasaportla bir beldeye gittiğimizde orası için "dış ülke" diyoruz. Bir beldeyi diğer beldeden ayıran sınırı kim koydu ve kim çizdi? Neye göre ve kime göre "dış"? Allah ve Resulüne göre mi? Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflere göre mi? Nehcul Beleğa ve Sahife-i Seccadiye'ye göre mi? İmam Seccad'ın "Sınır bekçileri duası" var, oradaki sınırlar nereleriydi, bugün nereler? 

Arızi olan ve hiç bir meşruiyeti bulunmayan etnik/ulusal sınırlar bize "iç" ve "dış"ı öğretmez. Bizim için iç, ümmet coğrafyasıdır, dış ise şirk ve küfür dünyasıdır. Gözettiğimiz tek çıkar da Ümmetimizin çıkarlarıdır. VELAYET'in çıkarlarıdır ve DİRENİŞ'in çıkarlarıdır...

Biz VELAYET'i ararken de şu ülke bu ülke, şu kavim bu kavim, şu müçtehit bu müçtehit üzerinden değil, VELAYET'in mücessem kalesi ve ekseni üzerinden arıyoruz. Bir yerlerin, bazı kişilerin velayet ve merceiyet ile anılıyor olması da ölçümüz değildir. 

VELAYETİN MEDİNESİ, doğruluk pusulasıdır. 
VELAYETİN MEDİNESİ, istikamet pusulasıdır.
VELAYETİN MEDİNESİ, kurtuluş pusulasıdır. 

Bugün merceiyet ve velayetin bundan başka bir anlamı, bundan başka bir adresi mi var? Velayet ve merceiyetin bundan başka bir limanı, bundan başka bir minberi mi var? Velayet ve merceiyetin bundan başka bir yüzü, bundan başka bir eli mi var?

Başta dediğimizi bir kez daha hatırlatarak bitirmek istiyorum; Hangi merceiyete ve nasıl bir velayete baktığımız çok önemli. Olmaya ki velayet ve merceiyet adı altında yürütülen birtakım parale yapı ve paralel projeler ile, VELAYETİN MEDİNESİ olan İSLAM İNKILABI ve DİRENİŞ CEPHESİ'nden uzaklaşmış olalım... 

DEVAM ETMEK ÜZERE...