17-25 Aralık, yarım asırlık devlet içinde bir paralel örgütlenmenin suçüstü olduğu, seri operasyonların başka bir adıdır.
Devletin başındaki en üst makamlardan tutun alt kademedeki tüm bürokratlara “kadar” paralel yapının kriptolu telefonlarıyla konuştuğu ve dinlenmeye takıldığı anlaşıldı. Her gruptan ve meslekten insanları suç çuvalının içine koymuş ve özel mahremiyet sınırlarını ihlal ederek dinlemeye almışlar. Temel sebep; amaçları doğrultusunda engelleri kaldırmak ve gerekli algıyı oluşturabilmek. Bu doğrultuda 250 bin kişinin konuşmalarını dinledikleri, kategorilendirdikleri bu operasyonlarla anlaşılmış oldu.
O gün, 33 il merkezi olmak üzere 81 ili kapsayan operasyon talimatı vermeleri bu örgütün nasıl geniş çapta devlet kurumlarına sızdığını gösterir.
Yasaya, hukuka aykırı bu operasyonlar başarılı olsaydı, ülkeyi Ortadoğu ülkesine çevirecek kaotik ortam oluşturacak iç savaşın fitilini ateşleyeceklerdi. Çünkü Ortadoğu’da, geriye taşların yerinden oynamadığı iki ülke kalmıştı; biri İran diğeri ise Türkiye.
Büyük Şeytan Amerika ve İsrail tarafından planlanan projelerin uygulamaya geçmesiyle bu iki ülkenin kodlarıyla oynanacak ve iç savaşa doğru sürüklenecekti.
İlk günlerde çok net anlaşılmasa da 17-25 Aralık operasyonlarının aslında bir darbe girişimi olduğunu sonradan ortaya çıkan belgeler kanıtlamaya yetti.
O gün, Hükümet bu operasyonların bir "paralel örgüt" eliyle, hükümeti yıkmayı amaçlayan siyasi operasyonlar olduğunu belirtse de muhalefet, karşıt soruşturmalardaki takipsizlik kararıyla hükümet mensuplarının, ailelerinin ve hükümeti destekleyen kişilerin karıştığı büyük yolsuzlukların aklandığı kanaatindeydi. Zamanla paralel örgütlenmenin boyutlarının gün yüzüne çıkmasıyla bu ayrışma sessiz bir şekilde yerini topyekûn bir kanıya dönüştürdü. Yarım asırlık bir tümör ve örgütlenmenin artık karanlık ardiyelerden sahaya indiği kanaati açıkça her kesimde ve partide oluşmuştu.
Peki 17 Aralık 2013'te ne oldu?
17 Aralık 2013 günü sabahın ilk saatleri Türkiye büyük bir operasyon haberiyle sarsıldı. Cumhuriyet Savcısı Celal Kara ve Mehmet Yüzgeç'in talimatıyla, birçok kişinin gözaltına alındığı büyük bir operasyona start verildi.
Gözaltındaki kişilere yönetilen suçlamalarda, ‘rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık' gibi maddeler yer alıyordu. Bu operasyonu İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili Zekeriya Öz koordine ediyordu. Gözaltına alınanlar arasında 3 bakan oğlu, belediye başkanları, banka genel müdürleri ve birçok tanınmış işadamı vardı. Tutuklananlar listesi bu operasyonların hükümete yönelik yapıldığının ipuçlarıydı.
Bu yüzden dönemin hükümeti ve başbakanı, hükümet ve ekonomiyi hedef alan bu siyasi operasyonun adını koymuş oldu; PDY yani Paralel Devlet Yapısı. Bu yapının Gülen ve cemaati tarafından yürütüldüğü kamuoyuna deklare edildi.
Bu deklarasyonun ardından paralel güçlerin ülkede oluşturdukları siyasi deprem, yayınlanan ses kayıtlarıyla daha da şiddetini arttırdı. Bu ses kayıtlarının akabinde Egemen Bağış, Avrupa Birliği Bakanlığı görevinden alındı. İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ise bakanlık görevlerinden istifa ettiler.
17 Aralık şoku henüz atlatılmamıştı ki 25 Aralık ikinci operasyon dalgası gündeme bomba gibi düştü. Bu operasyonun savcısı Muammer Akkuş soruşturmada 96 kişiyi 'suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet' suçlamalarıyla gözaltına almıştı. Bununla kalmayıp, çoğu işadamı olan 41 kişilik gözaltı listesi hazırlayarak, mahkemeden bazı iş adamlarının malvarlığına el koyma kararı çıkartmış ve Başbakanın oğlu Bilal Erdoğan’ı da şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırmıştı. Ancak Emniyet, Savcı'nın talimatlarını yerine getirmeyerek bu tehlikeli unsurlara karşı ilk direncini göstermiş oldu.
Hükümet, durumun vahametini görmesiyle paralel güçleri durdurma yönünde karşı operasyonlar başlattı. İstanbul emniyet müdürü ve şube müdürlüklerin bir kısmı görevden alınıp bir kısmı da yer değiştirerek acil önlemler alınmaya başlandı. Ancak gün geçtikçe kökü daha derinlere inen bu gladyoya karşı daha acil ve büyük çapta önlemlerin alınması kaçınılmaz görünüyordu.
Bu unsurlar püskürtüldükten birkaç gün sonra ele geçen bilgisayarlarda ortaya çıkan belgeler gösterdi ki her şey emniyette olup bitmiş, yargının hazırlaması gereken belgeler emniyette hazırlamıştı. Fezleke hazırlayıp kararlar çıkarmışlar… Bu fezlekeler ve kararlarla da kurguyu hazırlamış olup hedefteki herkesi yargılayacaklardı. Kendilerine direnen MİT’i de Başbakanı da yargılayacaklardı.
Bu yüzden kısa bir zamanda paralel devlet gladyalarına karşı operasyonlar ülkenin tümüne yayılarak 81 ilde harekete geçirildi. Birçok vali, emniyet müdürü, emniyet amirleri ve polisler ya açığa alındı ya da yer değiştirildi. 3 ayın içinde emniyette bu değişikliklerin sayısı 6 bini aştı.
Yargıda da aynı kararlılıkla karanlık güçlerin üzerine gidildi ve paralel güçlere mensup tüm savcı ve hakimler Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak suçundan görevlerine son verildi. Bu unsurlar 17-25 Aralık soruşturmasının hukuki bir soruşturma görünümü altında Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren ortadan kaldırmaya ve engellemeye yönelik bir teşebbüs içinde oldukları belirtildi.
Yarım asırlık tümör ve ihanet çetesinin 15 Temmuz darbesi öncesinde ilk ayak sesleri sayılan 17-25 Aralık operasyonları aynı zamanda örgütün deşifre olmasında bir dönüm noktası sayılmaktadır. 15 Temmuz’da hem darbeye teşebbüs eden hem de darbe yiyen bu unsurlar Türkiye’nin geçmiş tarihinde birçok cinayet, suikast ve darbe girişimlerinin arkasında oldukları gün geçtikçe görülmekte ve belgelenmektedir. Bu karanlık cinayetlere imzasını atmakla kalmamış ayrıca Hablemitoğlu ve Mumcu suikastlarında olduğu gibi komşu ülke İran’ı da bu cinayetlerle ilişkilendirme senaryoları yazıp uygulamaya koymuşlardır.
Yargıda uzun yıllar gizlice yürüttükleri ve son zamanlarda açık açık işleme koydukları “Selam Tevhit dosyası” soruşturması ile bir taşla iki kuş vurmayı planladılar. Bu dosya ile hem önlerindeki ABD-İsrail karşıtı hükümet unsurlarını tasfiye edecek hem de İran’a yakınlık üzerinden mezhep kışkırtıcılığı yapacaklardı. Bu doğrultuda amaca uygun isim listesi yapılmış ve takibe alınmıştı.
Türkiye Caferilerine ait televizyon kanalı ve Alimler Derneği gibi kurumların bu kanlı çetenin hedefi haline gelmesi de planlarının başka bir boyutunu gösterir. Kendilerine ait 50’ye yakın TV kanallarında yaptıkları dizi ve programlarda mezhep fitnesini ilmek ilmek işlemeleri dış mihraklı olduklarına apaçık bir kanıtken kendilerinden başka herkesi dış mihraklı olmakla suçlamış ve fişlemişlerdir.
Böylece 17-25 Aralık ve 15 Temmuz’u, Türkiye’nin ciğerlerine işlemiş bu hastalıklı tümörden kurtuluşu olarak görelim ve asla unutmayalım.