“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” ayetini “cemaatin ipine sarılın” diye güncelleyen şeyhlerden çektiği kadar kimselerden çekmedi bu ülke.
İstisnaları tenzih ederim elbet, sözüm mezhebini ya da meşrebini dinin önüne geçirenlere…
Züccaciye mağazasına girmiş fil gibi, hareket ettikçe kıranlara, kırdıkça hareket edenlere...
Bir kısır döngüye düşüp kabahati, maharet sayanlara!
Ve koca koca kanalların canlı yayınlarında mangalda kül bırakmayan, cübbeli, takkeli, abalı ya da kravatlı adamların ipotek altına aldığı din anlayışına!
Miladi 7. yüzyılda tebliğ edilen İslam dininin takipçilerine, "iman etmiş" veya "inanan" anlamlarına gelen mümin veya "Allah'a teslimiyet gösteren" anlamına gelen Müslüman denildiğini her inanan bilir!
Lakin 21. yüzyıla gelindiğinde iman edilen din ile Kur’an-ı Kerim’in anlattığı din arasındaki büyük uçurumlar, kafaları da karıştırmıyor değil!
Elbette her dönem din tüccarları ve din simsarları bulunmakta. Ben yaşadığımız zaman diliminde hafızalarımızı tazelemek adına yazmaktayım.
Lafım, İslam dinine paralel çıkışlar yapan cemaatlerin ve şeyhlerin uydurdukları dine, din anlayışına ve bunlara iman edenlere!
Rahmet dinini, korku dinine çeviren Şeyhlerin boyundan büyük laflarına müşteri bulmasına mı üzüleyim; yoksa o müşterilerin, şeyhlerini uçurmasına mı?
Bugün Ortadoğu’da inançların en rahat yaşandığı ülkelerin başında Türkiye gelmekte. Ona rağmen Aleviler ve Caferiler dönem dönem huzursuz edecek eylem ya da söylemlerle karşılaşmakta.
Gün geliyor Iğdır’da ne olduğu bilinmez bir raporla belli bir mezhep ve o mezhebe mensup camia top yekün hedef alınıyor, gün geliyor başka bir ilimizde kapılar işaretleniyor ya da bir meczup çıkıp youtube’de ağzı alınamayacak küfürler ederken, diğer bir meczup da Caferileri ajanlıkla suçluyor!
Özneler değişerek; bazen bir müftü, bazen bir akademisyen, bazen şovanist bir kişi, bazen de bir cemaatin şeyhi ünvanıyla, tekfirciliğin startı veriliyor. İsimler, simalar, sosyal konumlar değişse de ağızlar hep kirli hep tekfirci…
Bürokrasi içinde konum kapma yarışındaki holdingleşen cemaatler, masonlaşmaya evrilen tarikatlar, mezhepçilikten kurtulamayan din görevlileri, ışık evleri adındaki örümcek yuvaları, tekfirci teröristlerin hücre evleri ve daha niceleri, bugün kendi varlıklarını koruyabilmek adına Yüce Allah’ın dini İslam’a rağmen “İslamı” savunduğunu iddia ediyor.
Yakın tarihe bakacak olursak, biz bunları FETÖ’de, IŞİD’e otobüs dolusu militan gönderen tarikatlarda, Şia olduğu için Türkiye-İran yakınlaşmasını istemeyen cemaatler ve şeyhlerde, camilere el koymaya çalışan din görevlilerininde, devletin kanalında birilerine yaranmanın hesabındaki akademisyenlerde ziyadesiyle gördük, görmekteyiz.
Ne yazık ki müşteri de buluyor bu söylemler!
Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’yı işgal eden İsrail’e karşı tek kelam etmeyen sözde din adamları konu İran olunca topyekün saldırıya geçiyorlar. Ayrıca Filistinlilerin izzet ve onur savaşı verilirken, Siyonist rejimle normalleşmeye gösterilmeyen tepki, bugün İran’a karşı büyük bir vicdan rahatlığıyla gösteriliyor.
İran’ın Filistin mücadelesini ve direniş eksenini destekleyenler ise, Şia’ysa İran ajanlığıyla, Ehlisünnet’se İran’a maşa olmakla suçlanıyor!
Kraldan çok kralcı olmaya çalışan bu yağcı yardakçı taife, Türkiye Cumhuriyeti gibi büyük devleti hiçbir yafta ve sahte ,yanıltıcı laflarla yanıltamayacaklarını bilmelidirler! Ajansal faaliyete yönelik varsa ellerinde somut kanıt ivedilikle yetkililere vermeleri gerektiğini ise bilmeyecek kadar aymazlık örneği sergilemekteler.
Üzücü olan ise bir din ya da mezhebi hedef alan, toplumda kin ve nefret oluşturmayı amaç edinen zevatların bir kısmının bırakın yargılanmasını, Türkiye’nin kanaat önderlerindenmiş algısı verilerek ana akım medyada boy göstermesidir. Hem de Türkiye’nin tanınmış gazetecilerini karşısına dizerek!
Yıllardır başta Türkiye'miz gelmek üzere neredeyse bütün Müslüman ülkelerde mezhep taassuplarını kaşıyanların aynı eller olduğunu, hele de her nedense bunun hep İslam düşmanı Siyonist İsrail'le yakın ilişkiler başlayınca veya başlanması istenince alevlendirildiği de artık herkesçe bilinmesi gereken bir gerçek.
Nitekim ülkemizin birlik ve bütünlüğünün yanında, güvenliğini de tehlikeye sürükleyen bu gelişmelerin zamanlaması çok manidardır.
"Bizim görebildiğimiz bu çıplak gerçeği gerekli makam ve sorumluların görmemesi mümkün değildir" temennisinin "iyimserlik" değil, hakikat olması arzumuzdur.