23 Eylül 2013’te Roussus adlı Moldovya bandıralı gemi 2 bin 750 ton amonyum nitrat yüküyle Gürcistan’ın Batum limanından Mozambik’in Beira Limanı’na gitmek üzere yola çıkıyor. 2-3 Ekim’de İstanbul’dan geçiyor. 21 Ekim’de teknik arıza nedeniyle Beyrut Limanı’na giriyor. Yetkililerin yaptığı arama sonucunda evraklarda eksiklikler tespit ediliyor ve gemi alıkonuluyor.
Rus kaptan ile biri Rus diğerleri Ukraynalı 9 mürettebat gemide tutuluyor. Sonradan kaptan ve üç mürettebat dışındakiler bırakılıyor.
Geminin Kıbrıs’ta yaşayan Rus asıllı sahibi gemisine, kargonun sahibi yüküne sahip çıkmıyor. Mal ortada kalıyor. Vadesi gelmiş ödemeler için geminin sahibine, kiralayanlara ve kargo sahiplerine ulaşılamıyor. Bir iddiaya göre mürettebatın tutuklanmayıp gemide tutulmasının nedeni de Lübnanlı yetkililerin geminin tehlikeli yükle limanda kalmasını istememesi.
Mürettebatın bırakılması için diplomasi devreye sokuluyor. Sonra basın üzerinden baskı kuruluyor. Bir hukuk firması, mürettebatın ülkelerine dönmesine izin verilmesi için Beyrut’ta yargıya gidiyor. Avukatlar mürettebatın gemi ambarında bulunan yükün tehlikeli doğası nedeniyle karşılaştığı acil tehlikeye dikkat çekiyor. Ve bu gerekçeyle mürettebatın bırakılması sağlanıyor.
Yetkililer “Gemide tutmak tehlikeli” diyerek yükü limana indiriyor. O gün bugündür yük de gemi de uygun bir açık artırma ya da elden çıkarma işlemi için limanda bekliyor.
Mürettebat için tehlikeli bulunan yük adeta Beyrut’u yakıp yıksın diye öylesine 6 yıl tutuluyor! Kimisi “Yasal süreç uzadı, böyle oldu” bahanesine sığınıyor; kimisi “Alınan kararlar yerine getirilmedi, çağrılara uyulmadı” diyor.
Liman yetkilileri dün 2014-2017 arasında Gümrük Müdürlüğü’nün mahkemeye 6 kez uyarı mektubu göndererek acil karar alınmasını istediği bilgisini paylaştı. Mektuplarda amonyum nitratın ‘gübre’ olarak içeride satılması, ihraç edilmesi veya orduya teslim edilmesi gibi çözüm önerileri de sunuluyor. Nedense mahkeme işi uzatıyor. En son Aralık 2019’da Devlet Güvenlik Ajansı yaptığı incelemenin ardından ambardaki tehlikeye dikkat çeken bir raporu Askeri İstihbarat Başkanlığı ve Başbakanlık Ofisi’ne gönderiyor. Yine adım atılmıyor.
Bu patlamalarla birlikte Amerikalılar, bazı batılı ortaklar ve Körfez’den finansörler Lübnan’a “Hizbullah’tan kurtulmazsanız bu krizlerden çıkmanıza izin vermeyiz” diyen bir tutum içinde. Bu felaketten sonra da aynı mantığın yardımlar eşliğinde gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Bu patlama aynı zamanda yozlaşmış sistemin infilakıdır.
Bununla yüzleşmek yerine içerideki politik hasımlar ve dışarıdaki uzantıları bu felaketi karşı tarafı yıpratma fırsatına çevirmenin derdinde. Baş aktör eski Başbakan Saad Hariri. Dün 2005’te limanın yanı başındaki ana yolda bombalı saldırıda öldürülen babası eski Başbakan Refik Hariri’nin mezarını ziyaret etti. Orada iki olay arasında bağ kuran bir tutum sergiledi. Refik Hariri Davası’nda 7 Ağustos’ta açıklanması beklenen karara atfen “Beyrut’u öldürdüler. Uluslararası Lübnan Mahkemesi kararı açıklamayı erteler mi ertelemez mi bilmiyorum” dedi. “Beyrut’u öldürdüler” dedirten bilgi ne ise paylaşmalı. Ya da “Başbakanlık koltuğundayken bütün uyarılara rağmen neden çaresine bakmadın” sorusuna yanıt vermeli. Hariri Aralık 2016-Ocak 2020 arasında başbakandı.
Bu bir hikaye değil, gerçek... bizim "rastlantı" dediğimiz büyük bir özveri ve ustalıkla hazırlanan senaryo olma ihtimali olamaz mı?
ABD-İsrail ve dostları bu olanların üzerinden Lübnan Hizbullah'ını hedef göstermesi sadece bir tesadüf mü?