Hiç kuşkusuz, küresel Siyonist çeteden kastımız, koşulsuz olarak işgalci İsrail'in Filistin topraklarındaki gayri meşru varlığını muhafaza edip güvenliğini sağlayan ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve birçok Müslüman ülke bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu durum kolektif bir iradeyi yansıtmaktadır. Biz bu listeye soykırıma sessiz kalan Müslüman ülke liderlerini de ekleyebiliriz. Zira soykırıma sessiz kalmak küresel Siyonizme en büyük desteği vermektir.
Bakınız, Müslüman olmayan Güney Afrika ülkesi ticarî kaygılarını ve mütekabiliyet esasına dayalı diplomatik ilişkilerini bir tarafa bırakıp insanî ve vicdanî bir refleksle durumdan vazife çıkararak Siyonist çete lideri Benyamin Netanyahu hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne suç duyurusunda bulunup dava açtı ve mahkemeden tutuklama kararı çıktı. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin muhatabı olan 134 ülkeden her hangi birine insan kasabı Netanyahu gittiğinde tutuklanması gerekmektedir. Büyük şeytan ABD ise, Siyonist çete liderlerini himaye adına Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne kasıtlı olarak taraf değil. Bu yüzden ABD, bırakın tutuklanmasını veya tutuklanmasına taraf olmasını, aksine Netanyahu canavarını "onur konuğu" olarak kongre binasında ağırladı. Hem de nasıl bir ağırlanma? Kan içici Netanyahu 57 dakikalık yapmış olduğu konuşmada 58 kez ayakta alkışlandı. Canavarca bir tutumla, insanlık dışı vahşet örneği sergileyerek, bebekleri, çocukları, kadınları, genç ve yaşlıları katletmesinden dolayı kendisine takdir ve tebriklerini sundular. Lisan-ı hâl ile, "Arkandayız, devam et katletmeye, dema et soykırıma, devam et kan içmeye" dediler. O alkış tutan kongre üyelerinin kan içici Siyonistlerden hiçbir farkı yok. Alkış tutanların her biri bu soykırımın, bu canavarlığın, bu kan içiciliğin ortaklarıdırlar. Elbette, koordineli ve kolektif çalışıyorlar. "Küfür tek millettir."
Hatırlayalım, Joe Biden seçim propagandalarına başladığında, Siyonist olduğunu ifade ederek işgalci İsrail'in güvenliği için çalışacağının sözünü vermişti. Nitekim 7 Ekim'den bu yana sürdürülen katliam ve soykırıma her türlü askerî ekipman yardımı ile katkı sağlamaktadır. Bizzat ABD askerleri de katliama iştirak etmektedir. Aynı şekilde İngiltere ve Fransa'ya ait askerî birimler soykırıma fiîlen katkı ve destek vermektedir. Siyonist çete saflarında ölen askerler arasında Amerikalı, İngiliz ve Fransız löjyenleri bulundu.
Öte yandan bu ülkeler sadece erat olarak, sadece muharrib güç olarak değil üst düzey generalleriyle de bu soykırıma destek vermektedir. ABD merkez kuvvetleri komutanı ve Batı Asya sorumlusu 4 yıldızlı general ekibiyle birlikte şu anda Tel Aviv'de savunma sistemleri entegrasyonu üzerine hizmet vermektedirler. İran, Hizbullah ve Yemen'den gelen saldırılara nasıl karşılık verileceğine ilişkin harekât plânlarını Siyonist çete generalleri ile birlikte yürütüyorlar. Açıkçası ABD, İngiltere ve Fransa askerî birimleri işgalci İsrail çetesi ile birlikte savaş yürütüyor, birlikte soykırım yapıyor, birlikte bebek ve her yaştan insan kanı içiyor. Bu katil sürüsüne hava sahasını açan ve İran ile Yemen'den gelen füzeleri engelleme çabasına girerek soykırıma katkı sağlayan Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin Filistin davasına yaptıkları en melunca ihaneti görüyoruz. Evet, görülen o ki kan içici Siyonist çete sadece Haçlı ordularını yedeğine almamış, aynı şekilde sözüm ona bazı Müslüman ülke liderlerini de hizmetine sokmuş, senkronize çalışıyorlar. Kürecik Radar Üssü ile katkı sağlayan Ankara hükümetini de bu ithamımızdan muaf tutmuyoruz. Zira Kürecik Radar Üssü'nün her ne kadar Kuzey Atlantik Paktı (NATO) adına hizmet verdiği söylense de ve NATO'nun Merkez Üssü Belçika'nın başkenti Brüksel'de bulunsa da asıl kontrol merkezi Pentagon olması hasebiyle her türlü bilgi Brüksel'den önce Pentagon'a aktarılmakta oradan da Tel Aviv'e gönderilmektedir. Hizmeti ve koordineli çalışmayı görüyor musunuz? Siyonizm ve Siyonizm'e payanda olmak işte budur.
Müslüman ümmet nezdinde hiçbir meşruiyeti olmayan bu kan içici çetenin hizmetine nasıl da girilmiş? NATO'ya girmiş olmamız bize nelere mal olmuş? NATO vasıtası ile Siyonizme hizmet sunmak işgal altında olduğumuzun tescilidir...
Tarihteki Haçlılar günümüzde Siyonizm ideolojisine entegre olmuş. Buna şaşırmıyoruz. Haçlılar bugün Siyonist çete adına savaş vermektedir. Bu durum, "Küfür tek millettir." hadis-i şerefini anımsatıyor. Bu hadis aslında batıl cephesinde olanları kapsıyor. Siyonizm hangi yöneticilerle iş tutuyorsa, hangi yöneticileri tahakkümü altına alıp dayanışma içerisinde ise "Küfür tek millettir." hadis metaforunda buluşuyorlar. Bizim şaşkınlık duyduğumuz husus ise, bugün bu batıl cephesinde, bu küfür cenahında Müslüman ülke liderlerinin çoğunun saf tutmuş olması.. Kimileri kan içici Siyonist çeteye fiîlen destek oluyor, kimileri ise canavarca yapılan katliamlara sessiz kalarak, üç maymunu oynayarak destek oluyor.
Netanyahu canavarı katliama başladığında Arap ülkelerine yönelik dile getirip talimat verdiği husus bütün Müslüman ülkelerin sessiz kalmasına ilişkin buyruktu. "Koltuklarınızdan olmak istemiyorsanız, ekonominizin bozulmasını istemiyorsanız sesinizi çıkarmayın" demişti. Bir takım aşağılık melunlar bu talimata harfiyen uydular. Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri ise bu talimatın ötesinde bir de savunma refleksi göstererek Yemen ve İran'ın attığı füzeleri engelleme çabasına girdi. Oysa, Müslüman ümmet nezdinde kutsal Filistin topraklarımızın işgalcisi olan gayri meşru bir varlıkla, bir terör organizasyonu ile iş tutmak, onunla dayanışma içerisinde olmak onun bütün katliamlarına ve onun kan içiciliğine ortak olmaktır.
Böyle mi olmalıydı? Nasıl da lâneti hak ediyorlar? Zaten Filistin davasına ihanet eden bu hainleri, Filistin davasına ihanet eden bu şeref yoksunu melunları tarih lânetle anacaktır. Her yaştan insanın ve bebeklerin parçalanmış cesetleri bu melunların vicdanını hiç mi sızlatmıyor? Bu nasıl bir vicdansızlık, bu nasıl bir duyarsızlık? Güney Amerika ülkeleri kadar olamadılar. Başta Venezuela, Peru ve Kolombiya olmak üzere hemen hemen bütün Güney Amerika ülkeleri Siyonist çete ile ticareti kesmiş bulunmaktadır...
7 Ekim'den bu yana 50 bine yakın insan katledildi. Birleşmiş Milletler seyrediyor, İslâm İşbirliği Teşkilatı susuyor. Sayın Cumhurbaşkanı zaman zaman İsrail ve avanesini telin ederek fevrî beyanatlarda bulunuyor. Hatta Rize'de yapmış olduğu konuşmasında, "Karabağ'a, Libya'ya girdiğimiz gibi oraya da bir gece ansızın girebiliriz" ifadesini kullandı. Bu sözler karşısında kamuoyumuzun bir kısmı ciddi bir beklentiye girdiği kanaatindeyiz. Elbette bir kısım insanımız bu sözlerin havada kalacağı düşüncesine sahipti. Söz değil, elbette icraat önemli. Mutlaka bir şeyler yapılmalı. Örneğin, batıl cephesi, küfür cenahı ilk günden itibaren nasıl koordineli çalışıyorsa, nasıl kolektif hareket ediyorsa, biz de birkaç Müslüman ülke bir araya gelerek Gazze'deki mazlum ve biçare kardeşlerimiz için (ilk günden itibaren) oraya bir askerî birim, bir muharrib güç göndermeliydik. 7 Ekim tarihinden bu yana Gazze'de yaşanan bu canavarlığa, bu kan içiciliğe bir şekilde engel olabilirdik. İslâm Birliği yolunda küçük adımlar dahi atılsaydı bu zulme engel olunurdu. Düşman güçlü değil ve biz zayıf değiliz, sadece güç birliği içerisinde değiliz. Başta Türkiye olmak üzere birçok Müslüman ülke Siyonist kan içici çete ile henüz ticareti kesmiş değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, katliamın 7 ay sonrasında "Ticareti kestik" ifadesinin kullanılması inandırıcı olmadı. Nitekim ortaya çıkan tablo ile bir taraftan üçüncü ülke limanları kullanılarak ticaret sürdürülürken, diğer taraftan Azerbaycan petrolünün sevkiyatı Bakü-Ceyhan boru hattından devam etmektedir.
Ticareti kesmeden, büyükelçilikler kapatılmadan asıl yapılması gereken işe nasıl adım atılacak? Evet, bugüne kadar söylem bazında takınılan tavır olması gerekenleri asla yansıtmıyor. Hükümetin ivedilikle yapması gereken Merhum Erbakan Hocamız'ın temellerini attığı D-8 projesine sahip çıkmasıdır. D-8 projesi İslâm Birliği'ne atılan ilk adımdır. Bu proje kapsamında İslâm Savunma Gücü (İslâm NATO'su) oluşturulmak istenmişti. Direniş Cephesi ile entegre olmuş bir gücü, bir potansiyeli düşünelim! Ne kadar güzel olurdu değil mi? Böyle bir güç oluşturulmuş olsaydı bu canavarlık, bu katliamlar, bu işgaller, bu soykırım olur muydu? Bakınız, Merhum Erbakan Hocamız başbakan olduğunda ufak bir askerî birimi Batı Şeria'ya konuşlandırmıştı. Bu sayede Erbakan Hocamız'ın 11 aylık başbakanlığı döneminde Siyonist çete Gazze'ye yönelik bir kurşun dahi sıkamamıştı. Bir de İslâm Savunma Gücü'nün kurulduğunu düşünün? Bi iznillah Siyonist düşman ve payandaları darmadağın olur. Onun için biz diyoruz ki: Filistin işgalinin son bulması için İslâm Birliği'ni tesis etmek imânî bir vecibedir. Bu işi yapması gerekenler ise Müslüman ülkelerin başındaki yöneticilerdir. Müslüman ülkelerin başındaki siyasîler eğer İslâm Birliği için çabalamıyorlarsa Allah'a, Kûr'ân'a ve İslâm ümmetine ihanet içerisindedirler. Böylelerini yakıcı bir azap bekliyor.