Libya...

Talha Aytekin 15.05.2020 03:50:00
Efendim, ne yazmamı/yorumlamamı istersiniz?

Evet, artık günümüz analiz ve yorumları iktidar/muhalefet açısından bu perspektife bağlandığı için hemen hiçbir konu realist bir çerçevede ele alınamaz oldu. Bunun örneklerinden bir tanesi de Libya meselesidir. Konjonktür olarak bu durumu eleştirmediğimin de bilinmesini isterim.

Bu makaleyi yazma sebebim Türk toplumunun yaşanan olayları tarafsız bir şekilde değerlendirebilmesine katkı sunmaktır.

Libya'da "meşru hükümet" var mı?

Bildiğiniz üzere Kaddafi'nin ölümünden sonra Libya'da geçici bir hükümet kurulması kararlaştırdı. Bu görev ise Abdurrahim El Kib'e verildi. Abdürrahim El Kib, Kasım ayında ülkeyi seçime kadar yönetecek kabineyi belirledi. 7 Temmuz 2012'de ise genel seçimler yapıldı. Seçimin galibi Mahmud Cibril liderliğindeki Ulusal Güçler İttifakı oldu.

Ancak istikrar sağlanamadı ve 12 Eylül 2012'de başbakan değişti. 191 milletvekilinin katılımıyla yapılan oylamada Mustafa Ebu Şakur Libya'nın ilk seçilmiş başbakanı oldu. Şakur'un meclise sunduğu kabine listesi iki kez geri çevrildi. Liste onaylanmayınca Ebu Şakur 7 Ekim'de istifa etti. Ve devamında Ulusal Geçiş Konseyi görevini Milli Genel Kongre’ye devretti.

Ancak ortaya çıkan siyasi boşluk ve petrol yataklarını elde etme mücadelesi 2014 yılında ülkeyi iç savaşı tetikledi. İç savaş patlak verince Hafter 14 Şubat 2014’te bir açıklama yaparak Trablus’taki hükümetin görevine son verildiğini açıkladı, kongre ise bunun bir darbe girişimi olduğunu iddia ederek kabul etmedi.

Bu tartışmalar eşliğinde aynı yıl seçim oldu ve ihvancılar seçimi kaybetti. Milli Genel Kongre ise seçimde katılımın düşük olduğunu savunarak seçim sonuçlarını tanımadı. Bu karar sonrası Trablus’ta kurulan Temsilciler Meclisi, daha sonra ülkenin doğusundaki Tobruk’a taşındı, böylece ülkede iki meclisli yapı oluştu. Seçimi kazanan taraf (Hafter) Tobruk da, kaybeden taraf (İhvancılar) Trablus da ikamelerine devam ettiler. Daha sonra ortak bir kararla ülkedeki siyasi istikrarsızlığın son bulması için Trablus ve Tobruk kongre başkanları Aralık 2015’te Fas’ta Libya Siyasi Antlaşması'nı imzaladı. Anlaşmaya göre Libya'da Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi kurulacak, Tobruk'taki yani seçimi kazanan Meclis ise bu hükümeti tanıyacaktı.

Yapılan bir dizi görüşme sonrası Ulusal Mutabakat Hükümeti kuruldu. Sıra Tobruk'taki meclisin UMH'ye güven oyu vermesine ve tanımasına gelmişti ki çok enteresan gelişmeler yaşanmaya başladı. Fas'ta yapılan anlaşma sonrası UMH kurulmuştu fakat bu hükümetin Tobruk'daki meclis tarafından tanınması aşamasına gelinmeden İngiltere devreye girerek UMH'nin Birleşmiş Milletler'de tanınmasını sağlamıştı. İngiltere yangından mal kaçırır gibi Libya'daki siyasi atmosferi gölgelemişti. Bugün Libya'daki krizin miladı da bu hamle oluyordu. İngiltere'nin BM'yi devreye sokmasıyla meclisten güven oyunu almayan UMH BM tarafından tanındı ve siyasi kriz patlak verdi.

Ayrıca; Fas'ta yapılan anlaşmaya göre Ulusal Mutabak Hükumetinin görev süresi BİR YIL ile sınırlandırılmıştı. Ancak aradan neredeyse 5 yıl geçmesine rağmen UMH bu anlaşmayı tanımayarak varlığına devam etti. Sarrac ise İngiltere'nin desteğiyle UMH'nin başkanı olunca özellikle Misrata'daki ihvancı gruplar Sarrac'ın pasif olduğunu ileri sürerek başkanlığını kabul etmemişti. Daha sonra ise BM'nin UMH'yi tanımasının da etkisiyle onlar da bu duruma razı oldular.

Yaşanan bu gelişmelerden de anlaşılacağı üzere aslında Libya'da "MEŞRU" bir hükümet yok, İngiliz oyunu var. Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov'un, "Libya'da meşru bir hükümetin olup olmadığını tartışmamız gerekir" açıklamaları da bu durumu anlatmak istiyordu.

Peki, İngiltere bu adımı neden atmıştı?

İlk olarak şu hususu belirtmeliyim: İngiltere'nin Libya'da attığı adımlar ABD/Pentagon ile eş güdümlü olarak gerçekleşmektedir.

11 Eylül 2012 tarihinde ABD'nin Libya'daki Bingazi Konsolosluğu'na İhvancı militanlar tarafından gerçekleştirilen saldırıda büyükelçi Christopher Stevens ve üç Amerikalı yetkili öldürülünce ABD bu işin kendisine çok daha büyük zarar vereceğini hesap ederek geri çekilmiş ve kendi adına İngiltere'yi öne sürmüştü. ABD'de oluşan kamuoyu baskısı da malumunuz... İngiltere'de hem kendi hem de ABD adına Libya'da faaliyetlerini hızlandırmış ve ABD'nin desteğiyle UMH'yi BM'de tanınır statüye büründürmüştü.

Libya'daki küresel kavga ve Türkiye'nin pozisyonu...

Türkiye'nin bölgedeki jeopolitik-jeostratejik üstünlüğü her daim küresel güçlerin radarında olmuştur. Küresel güçler Türkiye'nin bu özelliğini kendi çıkarı adına kullanabilmek için Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirmek zorunda kalmışlardır. Bu kapsamda her gücün farklı planı olduğu anlaşılmaktadır.

Siyonist İsrail'de bu kapsamda karaya saplanan "Büyük İsrail" projesine karşı yeni plan olarak "Akdeniz Birliği" adı altında Kudüs'ün başkent olacağı "Yeni Roma" projesini gündeme getirmişti. Bu plana göre Akdeniz'e kıyısı olan ülkeler Akdeniz Birliği adı altında toplanacaktı. Bu birliğin ekonomik ayağı ise Doğu Akdeniz'deki büyük enerji kaynakları olarak belirlenmiş ve bu aşamada birçok Akdeniz ülkesiyle anlaşmalar yapılmıştı. Ekonomik gelir "EAS-MED" çerçevesinde hayata geçirilmek isteniyordu. Başta ABD ve İngiltere daha sonra ise Almanya bu durumu kabul edemezdi. Çünkü; bu proje yürürlüğe girdiği taktirde bu üç küresel gücünde bölgeyle olan ilişkisi ve menfaatleri kesilecek, hegemon güç mücadelesinde büyük yara alacaklardı.

İsrail'deki iç çekişmelere çok fazla girmek istemediğimi belirterek kısa bir izahâte ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Bu bağlamda İsrail'de üç gücün mücadelesini görüyoruz. Bunlar: Küresel Sermaye sahibi Rockefeller, Siyonist sermayenin başı Rothschild ve Angolasakson ittifakı olarak ABD/Pentagon-İngiltere birlikteliğinin mücadelesi hem ABD'de hem de İsrail'de devam etmektedir. Rothschild ve Pentagon'un küresel sermaye/Rockefeller'e karşı bir çok alanda ortaklığı görünmektedir.

"Akdeniz Birliği" projesinin sahibi her ne kadar Rothschild olsa da Rockefeller'in bu projeyi üstlenmesi hamlelerine karşı Rothschild'in Pentagonla birlikte Yüzyılın Anlaşması projesine angaje olduğunu görmekteyiz.

Küresel sermaye/Rockefeller'in önünü kim kesebilirdi?

Tabii ki bölgenin jeopolitik ve jeostratejik üstünlüğünü elinde bulunduran Türkiye..

Yalnız, Türkiye'yi Libya'da sahaya sürmenin meşru sebepleri olmalıydı.

Libya özelinde yaşanan gelişmelere küresel dengeler bağlamında baktığımızda ABD ve İngiltere'nin temel hedefinin Libya'daki Rockefeller ve AB güçlerinin pasifize edilebilmesi üzerine kurgulandığını görüyorduk. Kaddafi'nin öldürülme nedeni de küresel düzene biat etmeyip 'Afrika Birliği' adımları atmasıydı. Kaddafi'nin son zamanlardaki bu başına buyruk hali onun sonunu getirmişti.

ABD'nin Libya'daki temel stratejisi ise Türkiye ve Rusya'nın bölgede ağırlıklarını hissettirerek diğer güçlerin sahadan silinmesini sağlamaktı; Suriye'de olduğu gibi...

Bu esnada ABD'nin Mısır'ı, Rusya ve Almanya'nın ise İtalya'yı Truva Atı olarak Libya'da kullanmak istediği anlaşılıyordu. Fransa ise Almanya ve Rusya'nın İtalya'yı seçmesi nedeniyle Libya'dan tasfiye ediliyordu. Almanya'nın Libya'daki hedefi ise Fizan bölgesinde bulunan güneş enerji sistemleri yatırımlarının devamını sağlayıp Avrupa'nın göç almasının önüne geçebilmekti.

Rusya Libya'da askeri ve siyasi olarak uzun zamandır sahada olduğu için bu denkleme Türkiye'nin de girmesi gerekmekteydi. Bu çerçevede Türkiye-Libya MEB anlaşması gündeme geldi.

Çünkü; ABD ve İngiltere Türk Askerini Libya'da görmek istiyordu, bu onlar için olmazsa olmaz bir mecburiyetti..

Neden mecburiyet?

Türkiye Libya'da tezkere öncesi zaten vardı. Gerek İHA ve SİHA'larla, gerekse de bölgeye gönderdiğimiz milis güçleriyle sahadaydık. Ancak, Libya'daki diğer güçlerin itilebilmesi ve olası bir savaşın önüne geçilebilmesi için bunun resmiyet kazanması gerekiyordu. Bölgeye Türk Askeri intikâl ettiğinde kimse Türkiye'yi direkt olarak karşısına alamayacağı için (çünki bunlar vekalet savaşları) Libya'da denge sağlanmış olacaktı. Bu sayede de bölgedeki diğer aktörler yavaş-yavaş pasifize olacak ve Libya konusu masada tutulacaktı.

Bu bağlamda Türkiye'nin tezkere karşılığında MEB anlaşmasını kotardığı anlaşılmaktadır. Anlaşmanın bizim için de faydaları bulunmakla birlikte yapılan en akıllıca hamle Libya'ya askerden ziyade on bine yakın Suriyeli savaşçıyı göndermek oldu. Yüksek sayıda Türk askeri bölgeye gitse ve sıcak çatışmaya girse idi bunun vebalini hiç kimse ödeyemezdi. Sonuç olarak akıllıca bir hamleyle vekil savaşçılar kullanıldı. Türkiye Libya sahası sayesinde Sahra Üstü Afrika bölgesine alt-emperyalist güç olarak girmiş ve sahadaki yerini almıştır. Bu durumun uzun vadeli bir plan çerçevesinde kabul edildiği anlaşılmaktadır.

ABD ve AB için ise Hafter ideal karşıt güç olarak yerini korumaktadır. Hafter Libya'da bunca olay yaşanmasına rağmen petrol kuyularının zarar görmesine müsaade etmemişti. Ve Hafter'in savaştığı güç batıda İslamcı terörist grup olarak değerlendirilmekteydi. Ancak Hafter'in rahatsızlığı biliniyor. Ölümünün yakın olduğu düşünüldüğü için şimdiden farklı isimler üzerinde görüşmeler yapıldığının bilinmesi gerekir.

Libya meselesini bu açıdan değerlendirdiğimizde başta ABD olmak üzere İngiltere ve Almanya'nın da Libya'da istikrarsızlığın devam etmesini istediği anlaşılmaktadır. Almanya Fransa'nın Libya'daki ağırlığından rahatsız oldugu için İtalya ve Rusya'ya el altından destek çıkmaya devam ediyor. En nihayetinde Libya'nın bölünmesi kesin sonuç olarak değerlendirilebilir. Bu bölünme de Libya'nın Batı, Doğu olarak ikiye ayrıası beklenebilir. Almanya çok ısrarcı olursa Libya'nın güney batısınında da farklı bir yapılanma görebiliriz. Bu kez üçe bölünmüş bir Libya ortaya çıkacaktır.

Konuyu daha fazla uzatmadan yazımı burada tamamlamak istiyorum.

Saygılar.