/YDH
Amerika, bu suikastla birlikte 2001’de yeni bir düzen kurmak için girdiği bölgede, artık sabotajcılıkla sınırlı kalan rolünü de kaybediyor.
Amerika, 2001’de yeni bir düzen kurmak için girdiği bölgede, General Kasım Süleymani suikastından sonra artık sabotajcılıkla sınırlı kalan rolünü de kaybediyor.
Amerika, gerek Irak’ta ‘düzen kurma’ya çalışırken, gerek Suriye’deki ‘kurulu düzeni yıkmaya’ çalışırken gerekse Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da düzen kurulmasını sabote ederken karşısında hep General Kasım Süleymani’yi buldu.
Amerika, 2001’de yeni bir düzen kurmak için girdiği bölgede, General Kasım Süleymani suikastından sonra artık sabotajcılıkla sınırlı kalan rolünü de kaybediyor.
Amerika, gerek Irak’ta ‘düzen kurma’ya çalışırken, gerek Suriye’deki ‘kurulu düzeni yıkmaya’ çalışırken gerekse Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da düzen kurulmasını sabote ederken karşısında hep General Kasım Süleymani’yi buldu.
***
2001’den beri bölgeyle ilişkisini ‘terör’ ve ‘yeni düzen’ kavramları üzerine kuran Amerika, bölgeye yönelik askeri müdahalesini ‘terör’le ve ‘yeni bölgesel düzen’ ihtiyacını da terörün kaynaklarının kurutulmasıyla gerekçelendirdi.
Dolayısıyla da 11 Eylül saldırılarını gerekçe göstererek Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etti. Bölgenin ‘uluslararası terör üreten’ mevcut yapısını değiştirmek gerekçesiyle de Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) söz konusu etti.
İşgal manifestosuna göre Amerika bölgeyi yüz binlerce askeriyle işgal ediyordu; ama bunu dünyanın iyiliği için yapıyordu. Zira bu askeri müdahale sonrasında uygulayacağı ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ ile bölge cennete dönecek, dünya da terörden kurtulacaktı.
Planın askeri ayağı çok başarılı oldu. Hem Afganistan’daki hem de Irak’taki, kurulu düzenler haftalar içinde düştü. Ancak BOP’un inşasını öngören siyasi ve diplomatik ayağı Amerika için tam bir hezimete dönüştü.
Bu hezimette en büyük pay, General Süleymani’nin ya da İranlıların hitabıyla Hac Kasım’ındı. 2003’te Irak’a girerken İran’ı ‘şer ekseni’ ilan eden Amerika, Irak’ta yeni düzen kurmak için 2005’te Tahran’a müzakere teklif etmek zorunda kaldı.[1]
Ancak 30 Ocak 2005’te başlayan siyasi süreç sonunda Irak’ta 175 bin askeri bulunan Amerika’nın değil General Süleymani’nin istediği meclis ve hükümet yapısı ortaya çıktı. Örneğin Irak’taki Amerikan müttefiki siyasi gruplar mecliste azınlıkta kaldı, dolayısıyla da Washington’un istediği İyad Allavi hükümeti değil, Hac Kasım’ın istediği İbrahim Caferi hükümeti kuruldu.
Amerika, İbrahim Caferi’yi kısa sürede düşürmeyi başardıysa da 2005’ten 2014’e kadar General Süleymani’nin bir diğer dostu olan Nuri Maliki’nin başbakanlığını engelleyemedi.
Sonuç itibariyle Washington ne Afganistan’da ne de Irak’ta öngördüğü model devleti kuramadı. Nitekim ‘düzen kurma’daki başarısızlığı kendisi için pahalıya mal olmaya başlayan Amerika 18 Aralık 2011’de Irak’tan resmen çekildi. Afganistan’da ise çekilmenin şartlarını yaratmaya çalıştı.
Amerika, 2011’de çekildiği bölgeye 12 Eylül 2014 itibariyle yine ‘düzen kurma’ misyonuyla geri döndü.
Zira 2005’te Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) tepki gösteren bölge ülkeleri, 2011’den itibaren BOP’un hedeflerine sahip ‘devrimlere’ sahne olmuş; ‘Arap Baharı’ denen bu süreç, Tunus ve Mısır’da ‘devrim’le sonuçlansa da, Libya’da iç savaşa, Suriye’de ise vekalet savaşına dönüşmüştü.
Bu, Amerika’yı ‘düzen kurucu’ rolüyle bölgeye yeniden dönmeye heveslendiren uygun bir konjonktürdü.
Ancak 2005 sonrasında Amerikalıların Irak’ta istediği düzeni kurmasına izin vermeyen General Kasım Süleymani, 2012’den itibaren de Suriye’deki düzeni yıkmasına engel oldu.
Amerika, müttefikleriyle birlikte 18 Temmuz 2012’den itibaren Suriye’ye vekalet savaşı dayatırken; Rusya’nın Suriye’ye geldiği 30 Eylül 2015’e kadar Suriye ordusunun yanında Hac Kasım ve müttefiklerinden başka kimse yoktu.
Amerika ve müttefiklerinin Kasım 2013’te vekalet savaşının kontrolünü kaybetmeleri sebebiyle, 2014’ten itibaren devletçiklere dönüşen terör örgütleri sadece Suriye’yi değil, tüm bölgeyi tehdit etmeye başlamıştı.
Bu durum Amerika’ya 18 Aralık 2011’de işgalci sıfatıyla terk ettiği bölgeye 12 Eylül 2014’te ‘kurtarıcı’ sıfatıyla geri dönme fırsatı bahşederken; General Süleymani ile Amerika’yı daha kapsamlı bir savaşın tarafları haline getirdi.
30 Eylül 2015’ten sonra Suriye’deki düzeni, vekalet savaşıyla yıkmaktan umudunu kesen Amerika’nın Suriye’ye müdahaleyi sürdürebilmesi için Irak’ta uzun süre kalabilmesi gerekiyordu.
Bu yüzden de Pentagon IŞİD’le mücadele için ‘yıllar sürecek’[2] bir savaş planlarken eski Savunma Bakanı Leon Panetta ise bu savaşın süresini “30 yıl”[3] olarak belirliyordu.
Ancak Hac Kasım’ın müttefikleri Pentagon’un 30 yıllık müdahale planına izin vermedi. Irak’ta Haşd Şaabi, Suriye’de Suriye ordusu ve müttefikleri, Lübnan’da ise Hizbullah, üç yıl içinde noktayı koydu; IŞİD’in Irak’taki, Nusra’nın Halep’teki ve İslam Ordusu’nun da Doğu Guta’daki varlığını ortadan kaldırdı; tüm silahlı grupları İdlib’e hapsetmeyi başardı.
Amerika’nın 30 yıl olarak planladığı savaşın 3 yılda tamamlanması, Amerika’nın düzen kurma umudunu da ortadan kaldırdı. Dolayısıyla 2017’den itibaren Amerika’nın rolü, Bağdat’ın ve Şam’ın kendi müttefiklerinin desteğiyle düzen kurmaya çalışmasını sabote etmekle sınırlı kaldı.
ABD’nin Irak’taki sabotajcı rolü
Şunlar, Amerika’nın 2017’den beri Irak’taki sabotajcılık rolüne ilişkin birkaç örnek:
- Amerika, işgalci olarak bulunduğu dönemde kullandığı Şii-Sünni çatışmasının benzerini Şii-Şii çatışmasına dönüştürmeye çalıştı; bu çerçevede İran Şiiliği ve Irak Şiiliği çatışması çıkarmayı hedefledi.
- Irak’ta Amerika’nın İran’a yönelik azami yaptırımlarına destek vermeyecek bir hükümetin kurulmasını engellemeye çalıştı, kurulmasını engelleyemediği Adil Abdulmehdi hükümetini istifaya zorladı.
- IŞİD’le savaş gerekçesiyle Amerika’nın Irak’ta uzun yıllar kalmasının zeminini ortadan kaldıran Haşd Şaabi’yi İran uzantısı diye niteleyip lağvedilmesini istedi.
- Ekonomik sorunları, hizmet yetersizliklerini ve yolsuzluklara yönelik tepkileri; siyasal, toplumsal hatta mezhebi çatışmalara dönüştürmeye çalıştı.
- Amerika’nın İran’a yönelik yaptırımlarına katılmak istemeyen Irak hükümetini ülkeyi kaosa sürükleme pahasına düşürmeye çalıştı ve devletteki yozlaşmadan ve ekonomik sorunlardan İran’ın Irak’taki nüfuzunu sorumlu tuttu.
ABD’nin Suriye’deki sabotajcı rolü
Irak’a kıyasla Suriye’deki sabotajcılık rolü daha sınırlı olsa da Amerika, şu adımlarıyla Şam ve müttefiklerinin ülkeyi normalleştirmesini sabote etmeyi sürdürüyor.
- Fırat’ın doğusunu vekil güçleri aracılığıyla işgal altında tutarak Suriye’nin toprak bütünlüğüne kavuşmasını engelliyor.
- İdlib’in kendisinin dahi terör listesinde yer alan Heyet-i Tahrir Şam adlı örgütün kontrolünden çıkmasını engellemeye çalışıyor. Bu çerçevede Rusya’ya siyasi baskı yapıyor, Türkiye’nin İdlib konusundaki tutumuna destek veriyor ve kimyasal silah kullanacağı gerekçesiyle Suriye ordusunu savaşla tehdit ediyor.
- Suriye’nin toprak bütünlüğüne kavuşmasını engellemek için kendisinin Fırat’ın doğusunda yaptığı şeyi Türkiye’nin de yapması için Ankara’yı bazen tahrik bazen de teşvik ediyor.
- BM üyesi egemen bir devletin petrolünü yağmalıyor.
- Şam’ın Tahran’la arasına mesafe koymasını sağlamadan ve İsrail rejiminin güvenliğini garanti edecek bir siyasi ve askeri düzen kurulmadan Suriye’den çekilmemekte ısrar ediyor.
Amerika, Türkiye’nin ‘Barış Pınarı’ harekatına kontrollü alan açıp Suriye’nin toprak bütünlüğünün önünde önemli bir bariyer kurdu.
Irak ve Lübnan’daki toplumsal protestoları hükümet krizine dönüştürdü. Böylece Ekim 2019’dan itibaren sabotajcı rolünün çapını büyütmeye başladı.
Şam’ın müttefikleri arasında Suriye’de yeni düzenin inşası konusunda Rusya’nın etkisi daha fazla olduğu için General Süleymani’nin Amerika’nın Fırat’ın doğusundaki yasadışı varlığına karşı atacağı adımlar sınırlıydı.
Nitekim o, da sahadaki askeri imkanlarına rağmen Şam’ı ve Rusya’yı Amerika’yla doğrudan karşı karşıya getirecek adımlar atmaktan sakınmıştı.
Öte yandan Amerika’nın ‘jokerleri’ aracılığıyla Irak’ı ve Lübnan’ı hükümetsizliğe, dolayısıyla da toplumsal kaosa sürükleme yönünde attığı adımların hedefinde Irak’ta Haşd Şaabi, Lübnan’da ise Hizbullah bulunuyordu.
Çünkü Irak’ta Haşd Şaabi, Lübnan’da ise Hizbullah, yeni hükümet üzerinde uzlaşma sağlanmadan mevcut hükümetlerin düşürülmesine karşıydı; dolayısıyla bu durum Tahran’ın müttefiklerinin Irak ve Lübnan’daki yozlaşmış düzenlerin savunucusu olarak yansıtılmasını kolaylaştırıyordu.
Irak ve Lübnan’daki gelişmelerin seyri Amerika’nın bu ülkelere yönelik sabotajcı rolünü arttıracağını gösteriyor.
General Kasım Süleymani’ye yönelik suikast da bu rolün en büyük adımı olarak görülebilir. Çünkü Hac Kasım, Irak ve Lübnan’daki müttefikleriyle kurulan bu tuzağı aşabilmek için alternatif planlar geliştirmekle meşguldü.
Amerika General Süleymani’ye suikast yaparak Irak ve Lübnan’daki kaos planını hızlandırmayı hedeflemiş olabilir; ancak suikast sonrası ortaya çıkan bölgesel konjonktür bu yazının ilk cümlesindeki saptamanın doğruluğunu teyit ediyor.
Amerika, bu suikastla birlikte 2001’de yeni bir düzen kurmak için girdiği bölgede, artık sabotajcılıkla sınırlı kalan rolünü de kaybediyor.
General Kasım Süleymani ile onun Irak, Suriye ve Lübnan’daki müttefikleri, Amerika’nın sabotajcı rolünü ve bu ülkelerin yukarıda işaret edilen hassas ve kırılgan durumunu göz önünde bulundurarak şimdiye kadar çatışmadan uzak durmuştu.
Bu çerçevede İsrail rejiminin Suriye’deki, Amerika ile İsrail rejiminin Irak’taki saldırılarına çoğunlukla cevap vermemiş veya cevabı çok sınırlı tutmuştu.
Amerika ve İsrail rejimi, onların gösterdiği tahammül ve sabrı zayıflık olarak değerlendirdi. Bu çerçevede de daha önce saldırılarını sadece Golan çevresi veya Şam’la sınırlı tutan İsrail rejimi, Suriye’nin derinliklerinde yer alan Humus’taki T-4 hava üssünü hatta Irak sınırındaki El Bukemal’i vurmaya başladı.[4]
Irak’ta ise Amerikan güçleriyle veya bağımsız olarak Haşd Şaabi’nin silah ve mühimmat depolarını, liderlerini veya karargahlarını insansız uçaklarla bombaladı.[5]
3 Ocak’ta Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani’yi ve Haşd Şaabi Heyeti Başkanı Ebu Mehdi el-Muhendis’i hedef alan suikast, Amerika’nın son ve en büyük sabotajı oldu.
Artık Tahran ve Direniş Ekseni açısından gözetilecek hassas ve kırılgan denge kalmadı; çünkü Amerika bu suikastla kırmızıçizgiyi aştı.
İran ve Direniş Ekseni, Hac Kasım ile Ebu Mehdi Mühendis’in kanının ‘adil kısas’ını, öldürülecek Amerikalı yetkili veya asker sayısı ile değil, Amerika’nın bölgeden kovulması ile ilişkilendirdi.[6]
Dolayısıyla İran ve Direniş Ekseni, bundan sonra Irak, Suriye ve Lübnan’daki hassas ve kırılgan dengeleri göz önünde bulundurarak tahammüllü davranmayacağını ilan etti.
Böylece ABD askeri güçleri bölgeden çekilinceye kadar sürecek olan yeni bir denklem konmuş oldu.
Bu yeni denkleme göre artık Amerikan güçleri ne Irak’ta ne de Suriye’de Kaliforniya’da dolaşır gibi güven içinde dolaşamayacak. Bölgenin hiçbir yerinde kendini güvende hissedemeyecek.
Bunun sadece bir söylem değil açık ve somut bir pratik olduğu, İran’ın 8 Ocak’ta Ayn el-Esed ve Erbil’deki üslerini füzelerle vurması ile ispat edildi.
Zira İran, İkinci Dünya Savaşından beri hiçbir devletin doğrudan ve açıkça hedef alamadığı Amerikan ordusunu doğrudan ve açıkça vurdu.
Halbuki İran’ın bu cevabından önce Amerika önceki çatışma denklemini korumak ve İran üzerinden caydırıcı etki yaratmak için İran’ın kültürel merkezler de dahil 52 yerini vurmakla tehdit etmişti.[7]
Öte yandan İngiltere Amerika’ya sadece siyasi destek[8] vermekle kalmadı, İran’ın cevap vermesi halinde Amerika’nın yanında savaşa gireceğini açıkladı.[9]
Almanya, Amerika’dan yana tavır koyarken Fransa tarafsız;[10] Çin ve Rusya ise Amerika ile kısmen mesafeli; ama temkinli bir pozisyon aldı.[11]
Dolayısıyla İran’ın cevap vermesi, hiçbir devletin açık ve doğrudan saldıramadığı Amerika’yla ucu açık bir savaşa neden olabilirdi ve uluslararası tepkiler de İran’ın böylesi bir savaşta yapayalnız kalacağını gösteriyordu.
Ancak tüm bu şartlara rağmen İran Amerika’nın Irak’taki üslerini vurdu. Hatta bununla da yetinmedi; bu operasyonu General Süleymani’nin intikamının alınması olarak değil, Devrim Lideri Ayetullah Hamenei’nin ifadesiyle sadece “Amerika’ya vurulmuş ilk tokat”[12] olarak niteledi. İntikam hedefinin, Amerika’yı bölgeden çıkarmak olduğunu vurguladı.
Buna karşılık, daha önce İran’ın 52 yerini vurmakla tehdit eden Amerikan Başkanı Donald Trump, operasyondan 15 saat sonra kamuoyu önüne çıkabildi ve Batı basınının da dikkat çektiği üzere geri adım attı.[13]
Bu aslında İranlıların tabiriyle Amerika’ya atılmış ikinci ‘tokat’ ve Trump’ın da İran karşısındaki ikinci geri adımıydı.
Zira geçtiğimiz yaz Amerika Fars Körfezi’ne savaş gemileri ve ağır bombardıman uçakları gönderdikten sonra Amerika’ya ait dev casus uçağı İran tarafından düşürülmüş;[14] Trump, da ABD’nin İran’a karşılık vermemesini uçağın insansız olması ve can kaybı yaşanmaması gerekçesine dayandırmıştı.[15]
Trump Amerika’nın Irak’taki en büyük üssü füzelerle vurulmasına rağmen İran’a karşılık vermeyeceklerini yine aynı gerekçeyle açıklayarak şu mesajları verdi:
- İran'ın düzenlediği saldırılarda hiçbir Amerikan askeri zarar görmedi.
- Sadece askeri üslerimizde küçük hasarlar var.
- İran şu aşamada durulmuş görünüyor. Bu da tüm taraflar ve dünya için iyi bir şey.[16]
İran Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı General Emir Ali Hacizade de Trump’tan bir gün sonra düzenlediği basın toplantısında operasyonun hedefini ve ayrıntılarını açıkladı.
- Amacımız adam öldürmek değildi; çünkü Hac Kasım’ın intikamı ölü sayısıyla değil, ABD güçlerinin bölgeden çıkarılmasıyla ilgili bir şey.
- Amerikalıların üslerin boşaltıldığı yönündeki açıklaması yalan, üslerde 2 bin veya 2500 civarında asker vardı.
- Amerikalılar, kendilerinin de açıkladığı üzere günlerdir tam bir alarm durumundaydı. 7’si MQ-9 olmak üzere 12 insansız, 6-7 tane de mürettebatlı uçak keşif ve gözlem yapıyordu.
- Amerikan üslerine Fatih-313 ve Kıyam tipinde 13 füze attık; ancak onların sükunetlerini korumaması ve çatışmanın 3 gün veya bir hafta sürebileceği ihtimalini düşünerek birkaç bin füzeyi de hazır hale getirmiştik.
- Şehit Süleymani suikastında Amerika’nın Ürdün’deki ‘Şehit Mafer’, Kuveyt’teki Ali Salim’, Irak’taki Taci ve Ayn el-Esed üsleri rol almıştı. İlk belirlediğimiz hedef Taci hava üssüydü. Operasyondan bir saat önce hedefi değiştirdik.
- Taci askeri üssü, Kazımeyn’e yakın olduğu ve Iraklılarla Amerikalıların ortak kullandığı bir üs olduğu için Iraklıların ve sivillerin zarar göreceği ihtimalini düşünerek, Taci’den vazgeçerek Ayn el-Esed’i vurduk.
- Bağdat’a 180 km. mesafedeki Ayn el-Esed, Amerika’nın Irak’taki İran’a en uzak hava üssü. Tüm füzeler tam isabet kaydetti, füzelerimize karşılık verilemedi. Üssün Komuta Kontrol Merkezini imha ettik.
- Operasyondan 15 dakika önce elektronik harp yöntemiyle insansız uçaklarını kısa süreliğine onların kontrolünden çıkardık. 8 adet MQ-9 sürekli olarak kameralarla görüntü alıyordu. İletişim ve görüntü linklerini ortadan kaldırdık, bunlar kontrollerinden çıkınca büyük panik ve dehşet yaşadılar.
- Amerikan halkına bu olaydan ders almasını, bölgedeki güçlerini daha büyük bedeller ödemeden buradan çekmesi için liderlerine baskı yapmasını tavsiye ediyoruz.[17]
İran’a ait bir haber ajansının operasyon öncesinde paylaştığı bir görseldeki sembolik mesaj, bölgede kurulan yeni denklemi çok net açıklıyor.
Mesaj, Neml Suresi’nin 30. ayetiydi: “İnnehu min Süleymane ve innehu bismillahirrahmanirrahim” (Bu Süleyman’dandır ve bu bismillahirrahmanirrahimdir)
8 Ocak’taki operasyonun adının “General Süleymani” olması ve besmelenin İslami gelenekte bir işe başlamayıifade ediyor olması görselin sembolik mesajını açıklıyor.
Dolayısıyla Ayn el-Esed ve Erbil’deki Amerikan üssünün vurulması, General Süleymani’nin intikamının alınması değil; intikam sürecinin ilk adımı olarak açıklanıyor ve nihai hedef Amerika’nın bölgeden çıkarılması olarak belirleniyor.
Bu hedefin tam olarak gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini veya ne zaman gerçekleşeceğini zaman gösterecek; ancak Direniş Ekseni’nin mevcut iradesi ve kararlılığı, Amerikan güçlerine bundan sonra hiçbir mülahazayla tolerans gösterilmeyeceğini ortaya koyuyor.
Bu ise Amerikan güçlerinin yakın vadede Irak ve Suriye’de eskisi gibi güvende olamayacağını, her an saldırıların hedefi olacağını gösteriyor.
Hac Kasım, bireysel hayatındaki tevazu ve sadeliğin aksine yaptıkları ve etkisi sebebiyle dünya çapında bir şöhrete sahipti.
General Kasım Süleymani, Amerika ve müttefiklerinin Suriye projesini başarısız kılan rolü sebebiyle daha çok 2011’den itibaren dünya gündemine gelmiş olsa da Amerika ve İsrail rejimi, onu 30 yıldır en büyük düşman olarak tanıyordu.
Çünkü doğuda Afganistan’dan batıda Filistin’e, kuzeyde Bosna’dan güneyde Yemen’e varıncaya kadar Amerika ve İsrail rejiminin müdahil olup da General Süleymani’nin ayak iziyle karşılaşmadığı hiçbir yer yok.
Hamas’ın Lübnan Temsilcisi Ahmed Abdulhadi’nin bir toplantıda General Kasım Süleymani’yle ilgili anlattıkları, sadece küçük bir örnek.
Abdulhadi şöyle diyor: “Gazze’de yer altında 360 kilometreden fazla tünel var. (Meseleyi) Anlamanız için bu yeterli. Bu tünellerin fikri iki kişiye ait. Birincisi Şehit Komutan İmad Muğniye, ikincisi de Gazze’ye birçok defa gelen ve en başından beri savunma planına katkıda bulunan, katılan planlayan ve hayata geçiren Hac Kasım Süleymani’dir.”[18]
Gazze denizden ve karadan abluka altında bulunan ve 24 saat İsrail rejiminin casus uçakları tarafından izlenen bir yerdi.
Hac Kasım işte böylesi bir yere defalarca gitmiş ve Filistin direnişinin savunma altyapısını kurmuştu.
İsrail’in hezimetiyle sonuçlanan 2006 Temmuz Savaşında Lübnanlıların yanında Hac kasım vardı.
Amerika ve müttefiklerinin vekil güçleri olan tekfirci teröre karşı savaşta Müslümanıyla Hıristiyanıyla Suriye halkının yanında duran Hac Kasım’dı.
Irak’ta IŞİD barbarlığı, Yemen'de Suudi barbarlığına Hac Kasım’ı karşısında buldu.
General Kasım Süleymani çapının büyüklüğüyle orantılı sevgilerin veya nefretlerin odağı oldu.
Hangi din veya mezhepten olursa olsun Amerika ve İsrail kampında yer alanlar ona nefret, kin ve öfke duydu.
Hangi din ve mezhepten olursa olsun Amerika ve İsrail kampının saldırısına uğrayanların ‘Zülfikar’ıydı. Direniş kampında olanlar ise bu yüzden de ona hayranlık ve saygı duyuyordu.
General Kasım Süleymani yaşayan furkandı.